Depremden bu yana tam bir hafta oldu...
Günler boyu kederlendik, ağladık, sevindik, şaşırdık, öfkelendik, umutlandık...
Ben bütün bu duyguların arasında en çok iyilik ve kötülüğü düşündüm...
Günlerce televizyonu izledim... Ağrıyan dişe dokunan dil gibi kaçmak istedikçe kendimi deprem görüntülerini izlerken buldum...
Sosyal medyayı, köşe yazılarını, gazete manşetlerini takip ettim...
Kerem(Altan) Van’a gitti deprem sonrası...
Onun anlattıklarını dinledim...
Yazdıklarını okudum ...
İzlenimlerini anlatırken şöyle yazmış Kerem, ‘Kürtler de kendi aralarında siyah Kürt beyaz Kürt diye bölünmüş. Zengin Kürtler çoktan kendini kurtarmış, yine olan fakire olmuş. Erciş’e geçerken yol üzerinde evlerin hemen hepsinin bahçesinde çadır gördüm. Sonra Erciş’e vardığımda 1000-1500 kişilik çadır sırasını...’
İşte bu son nokta sebep oldu insanın içindeki iyiliği ve kötülüğü düşünmeme...
Aynı acıları yaşamış, aynı zulmü görmüş, aynı çaresizliği beraber çekmiş insanlar bile birbirine kötü davranabiliyor, üstelik de aynı felaketi beraber yaşarken...
İnsanın ölmesi kadar böyle durumlarda, insanlığın ölmesi de insanın aklına takılıyor...
Korkutuyor...
Düşündürüyor...
Bir karanlığın içinde sessizce yitip gitmeyi arzulatıyor...
Annem söylemişti bir gün Kerem’le bana iyiliği anlatırken, ‘Tanrı iyiliği yaratmak için çok uzun bekledi’ diye...
“Tanrı iyiliği yaratmak için çok uzun bekledi...”
Neyi bekledi?
Galiba insanı yaratmayı... insandan önce doğada iyilik yok çünkü.
İnsandan başka bir yerde iyilik yok.
İyiliği yaratmak için bizi beklediyse Tanrı, kötülüğü tümden yok etmek için neyi ve kimi bekliyor acaba?
Bize iyiliği verdi, kötülüğü niye geri almadı?
Niye bazılarımız iyi, bazılarımız kötü?
Hadi daha gerçekçi olalım, niye en iyilerimizde bile çok derinlerde de olsa biraz kötülük saklı?
İyilik yapabiliyoruz ama kötülük de yapabiliyoruz.
Mesele, Tanrının bizi sınaması, önümüze koyduğu iki seçenekten hangisini seçeceğimize bakması mı?
Kendi mutlak iradesinin yanında insana böylesine büyük bir “irade” sahası mı açtı Tanrı?
Bize bu ikisini birden bağışlayıp, tercihi bize bırakması bir armağan mı yoksa ceza mı bize?
Büyük acılar karşısında bahar suları gibi kabaran iyiliğimiz, acılar biraz dindiğinde yeniden kötülüğe meyletmiyor mu?
Sıradan koşullarda bencilliğimizle, çıkarcılığımızla kötülüğü tercih etmeye eğilimli durmuyor muyuz?
“Kötülük” daha doğal bir parçamız mı yoksa?
İyilik için bir ahlâkı öğrenmemiz, eğitilmemiz, vicdanımızı güçlendirmek için çaba sarf etmemiz gerektiğine göre “iyilik” gerçekten de daha sonradan verilen ve daha zayıf olan yanımız herhalde.
Belki de o yüzden en zor zamanlarda bile aramızdan böylesine kötüler çıkıyor.
“Tanrı iyiliği yaratmak için çok uzun bekledi.”
Bizim de iyiliği tam anlamıyla öğrenip yapmamız için uzun bir zaman mı beklememiz gerek?
İyilik bizimle başladı.
Sadece bize ait.
İyilik arttıkça diğer canlılardan farkımız artıyor, kötüleştikçe onlara yaklaşıyoruz.
Tanrı “seç” diyor.
İyiliğin ödülü “çok ilerde”, başka bir alemde verilecek, vaad öyle, kötülüğün ise hemen kazanma şansı var.
“Hemen” ve “ilerde” arasında mı bir tercih yapıyoruz?
Buna mı yeniliyoruz...
Peki ya inançsızlar?
Onlardaki iyiliği neyle açıklayacağız?
İnançlılardaki kötülüğü açıklamak kadar zor herhalde.
İyilik, ne Tanrıdan, ne insandan bir şey beklemeden bir başka canlıya yardım etmek bence, bir vaadden dolayı değil, bir beklentiden dolayı değil, sadece yardım etmeden duramayacağın için yardım etmek, gerçek ve saf iyilik.
İçimizde var bu.
Ama kötülüğün daha altında kalıyor belki de, kimbilir belki de o yüzden büyük acılara ihtiyacı var yükselip yukarı çıkması için.
Gene de Tanrıya, böyle tercihi zor, kötülükten daha derine saklı biçimde de olsa bize iyiliği bağışladığı için şükretmemiz gerek.
Ya hiç bağışlamasaydı?