Taksici sordu: “Bu neyin tezgâhı”

Haberin Devamı

Pazar günü, bir başka şekilde söylersek PKK’nın eylemsizlik süresinin dolduğu gün, İstanbul Taksim’de canlı bomba patladı.

O andan beri, “bir insan 24 yaşında acaba neye ya da kime inanırsa böylesine ölmeyi, öldürmeyi göze alabilir” diye düşünüyorum.

Böylesine şiddet dolu bir inanç ne olabilir?

Bir insanın insan olmaktan vazgeçip kendini bir bombaya dönüştürmesi terör uzmanlarına ne anlatıyor acaba diye merak ediyorum.

Ben bombanın canlı olmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

O adamın neye inandığı için bir bombaya dönüştüğünü anlamak için bekleyeceğiz belki ama anlamak için beklemek zorunda olmadığımız parçaları da var bu konunun.

En azından tahmin edebileceğimiz parçaları var.

Benim için, en aydınlatıcı soru, pazar günü bindiğim taksinin şoförünün bana sorduğu soruydu.

“Bu neyin tezgâhı?”

“Türkiye’de aklı başında herkes terörle değil, bir tezgâhla karşı karşıya olduğumuzu biliyordur değil mi abla” dedi.

Şaşırdım... Sonra ağzımdan“Çok mümkün, kanlı tecrübelerimiz bunu bize böyle öğretti gerçekten” cümlesi çıktı.

Gülümsedim...“Nerelisin” sen dedim.

Bu sefer o gülümsedi.

“Gazeteleri okuyorum abla, ne önemi var”dedi. Doğru söylüyordu taksici...

Tesadüfler gereğinden biraz fazla olur bizim ülkemizde. Şaşırmayız bile artık.

Ne zaman Kürt sorununun her çözümüne yaklaşılsa bombalar patlamaz mı bu ülkede.

Bu tür ‘tesadüflerin” arkasına saklanmış gerçekler yok mudur yani.

Vardır...

Hemen ortaya çıkmasa bile “bu neyin tezgâhı abla” diyen taksicinin sorusu bir gün cevabını bulur.

Gerçekten bu kimin tezgâhı acaba?

Olağan şüphelilerin işi mi?

Bana kalırsa, Türkiye her şeye rağmen bir devlet. Bu tür olayların arkasındakileri rahatlıkla ortaya çıkarabilir.

Bu tezgâh önlenebilir.

Aslında bana sorarsanız, bizim ülkenin şoförleri “bu kimin tezgâhı abla” diye sormaya başladıkları gün, “tezgahlar” başarıya ulaşma şansını yitirdi.

Tezgâh olduğu anlaşılan “tezgâh” başarılı olmaz çünkü.

***


Tarkan’ın çektiği fotoğraflar küçük hikâyeler gibi...

Önce National Geographic Channel’da kasım ayında yayınlanacak “Büyük Göçler” belgeselini seslendirdiğini okudum.

Sonra,belgeselin çekimlerinin bir bölümünün yapıldığı Kenya’da, National Geographic Channel yöneticileri ve belgesel yapımcılarıyla, çekimler için kurulan kampta sekiz gün geçirdiğini öğrendim.

Sonra da National Geographic Dergisi’nin bu ayki sayısında Kenya gezisi sırasında çektiği fotoğrafların yayınlanacağını duydum...

Merakla bekledim ve dergiyi hemen aldım...

Bir doğa aktivisti olan ve beş yıldır doğa fotoğrafları çeken pop star Tarkan’ın, bu ayki National Geographic’te ilk kez kendi adıyla yayınlanan fotoğraflarına baktım. Derginin Foto Haber sayfalarında alt metinleri Tarkan’ın yazdığı ve çekim hikâyeleri anlatılan on fotoğraf var.

Ayrıca, Kenya gezisiyle ilgili duygu ve izlenimlerini anlattığı bir de röportaj...

Tarkan’ın fotoğrafları gerçekten etkileyici. Bu kadar iyi bir fotoğrafçı olduğunu bilmiyordum.

Fotoğrafları neredeyse küçük hikâyeler kadar iz bırakıyor insanda.

Bu arada, Büyük Göçler belgeselinin ilk gösterimi 7 Kasım’da tüm dünyada aynı anda yapılacakmış.

Kasım ayı boyunca da her pazar 21.00’de National Geographic Channel’da gösterilecekmiş.

“Hayvanları kendi habitatlarında özgür ve doğal halleriyle görmek büyüleyiciydi” diyen Tarkan’ı, çektiği fotoğraflarla özgürleşip, doğallaşırken görmek de benim için büyüleciyi oldu.

***


Her kaybediş yenilgi olmayabilir...

Amerika’da dün Kongre seçimleri vardı. Bu yazıyı yazarken, saat farkından dolayı sonuçlar henüz belli değildi.

Obama’nın kendisi olmasa bile, ilk iki yılının seçmen tarafından değerlendirileceği bir oylama bu.

Başkan Barack Obama’nın izlediği siyasete yönelik bir güven oylaması niteliği taşıyor denebilir. Amerikalılar, Kongre’de çoğunluğun Demokrat Parti mi yoksa Cumhuriyetçiler mi olması gerektiğine karar verecek.

Sonucunda Obama Kongre’deki etkinliğini kaybedebilir.

Seçim öncesi anketlere göre Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu ele geçirecek, ancak Demokratlar, sayıları azalsa da Senato’da çoğunluğu sürdürmeyi başarabilecekmiş.

Uzmanlar da Demokrat Parti, Temsilciler Meclisi ve bir olasılıkla Senato’da da çoğunluğu kaybedecek diyorlar.

Dolayısıyla Obama, görevdeki son iki yılında kendisine karşı bir kongreyle karşı karşıya kalabilir.

Yani, oyunun heyecanlı kısmı bundan sonra başlıyor Obama için.

Asıl şimdi ABD Başkanı olmak nasıl bir şeymiş onu anlayacak... Gerçek siyaseti öğrenecek...

Hatırlarsınız, Bill Clinton da 1992’de başkan seçildikten 2 yıl sonra, Kongre’nin iki kanadında çoğunluğu Cumhuriyetçilere kaptırmıştı. Ama bu 1996’da Clinton’ın bu yenilgiyi aşıp ikinci defa başkan seçilmesine engel olmadı. Hatta işini kolaylaştırdı.

Demokrat strateji uzmanı Douglas E. Schoen de “Siyasi açıdan Obama için en iyi sonuç, Cumhuriyetçilerin iki kanadın da kontrolünü ele geçirmesidir. Obama’nın bunu istemesi gerekir” diyormuş, internette okudum...

Eğer Obama Clinton kadar siyasi beceriye sahipse, gelecek altı yılı bu kaybedişle garantiler...

Bu seçimde, 37 eyalette seçmenler, 160’a yakın konu hakkında, oy pusulalarında yer alacak soruları yanıtlayacak.

Bunların en ilginci, California eyaletinde marihuana kullanımına izin verilip verilmemesi. Referandumda kabul oyu çıkarsa California 21 yaşından büyük herkesin belli miktarda marihuana bulundurmasının suç olmadığı ilk eyalet olacak.

Özgürlükleri artırırken tutucuların kazandığı bir seçim...

Amerika ilginç bir ülke...

***


Bu özgürlük mü kısıtlama mı?

Newsweek’te Şahin Artan ve Kemal Pehlivanoğlu’nun hazırladığı ilginç bir haber vardı.

23 ekim 2010’da Resmi Gazete’de “Kodlu veya Kriptolu Haberleşme” yönetmeliği yayınlanmış.

İsteyen herkesin kriptolu veya kodlu haberleşmesine, telefon konuşmalarını teknolojiden yararlanarak şifreyebilmesine olanak tanıyormuş bu yönetmelik.

Eskiden Türkiye’de kriptolu haberleşme yetkisi sadece Ordu, Emniyet, Mit, Dışişleri’ndeyken artık isteyen kriptolu görüşebilecekmiş.

Kriptolu telefon dönemi, telefon dinlenme skandallarına karşı alınacak iyi bir önlemmiş.

Ama ben tam anlayamadım açıkçası.

Çünkü aynı yönetmelik kullanılacak tüm şifreli cihazların kayıt altında ve şifre anahtarlarının da Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı BTK’nın elinde olması şartı getiriyormuş.

Kurumdan izinsiz olmuyor yani...

Peki,şimdi bu yönetmelik gerçekten haberleşme özgürlüğü mü tanıyor bize yoksa tam bir kısıtlama mı bu?

Çünkü sadece telefon değil internet üzerinden iletişim ve haberleşme için de aynı şey geçerliymiş.

Yıllardır pek çok internet kuruluşu şifreli haberleşme olanağı sunuyormuş zaten.

Yahoo 2000 yılından beri şifreli e-posta hizmeti sunuyormuş... Hiç bilmiyordum...

Şimdi bunlar da kuruma bildirilecek.

Şifreleyebiliyoruz ama anahtarı yetkili kuruma veriyoruz...

Siz anlayabildiniz mi bu özgürlüğü...

***


Oprah Winfrey bunu da yaptı. OWN başlıyor...

Talk show programlarının kraliçesi, Oprah Winfrey, yirmi beş yılın ardından kabloluda kendi kanalını kuruyor. The Oprah Winfrey Network (OWN) 1 ocak 2011’de yayına başlıyormuş. Discovery Communication’ın CEO’su David Zaslav Oprah’a beraber OWN’u kurmayı teklif ettiğinde ‘paranı istemiyorum, istediğim sensin’ demiş. 77 milyon haneye ulaşacak kanal, Oprah için risk dolu diyenler de var. Çünkü kablolu kanalların durumları pek iç açıcı değilmiş. Bakalım Oprah bunu da başarabilecek mi?

DİĞER YENİ YAZILAR