İnsanlar genellikle suçlu oldukları için mi suçluluk duygusuna kapılır sizce yoksa suçlandıkları için mi?
Bana hep suçlanmak insanın kendisini suçlu hissetmesi için yeterli gibi gelir.
Bazen sevdiğiniz biri tarafından bazense tanımadığınız insanlar tarafından suçlanmak suçluluk duymanıza yeter öyle değil mi?
Suçlular suçlandıkları için suçludur sanki…
Suçlu hissetmemiz için kendimizi, suçlanmamız yetiyor her defasında ne garip.
Sevdiğimiz adam, aşık olduğumuz kadın, annemiz, babamız, öğretmenimiz bizi suçladığı anda sarsılırız…
İnanırız çünkü…
Kendimizi bizi suçlayana tutsak, karşımızdaki kişiyi de efendimiz sanırız…
Hem karşımızdakine hem kendimize suçlu olmadığımızı anlatmaya uğraşırız.
Bizim gibi beyinselliğin değil de yalanın, fikrin değil de tavrın, gerçeğin değil de gösterişin, şeffaflığın değil de sahtekarlığın olduğu toplumlarda suçlanmak yeter suçlu olmamız için.
Ama yine de benim asıl ilgimi çeken, bizim neden kendimizi suçlu hissetmeye bu kadar yatkın olduğumuz?
Neden bizi suçlayana bağımlı kaldığımız…
Genellikle aşk hikayelerinde suçlanan bir türlü suçlayandan vazgeçemez, öyle değil mi?
Hatta o zulme bağlandıkça bağlanır.
Suçlanan suçlandıkça suçlu, suçlayan suçladıkça güçlü olur…
İktidarlar da bazen öyle yönetiyorlar ülkelerini.
Tıpkı aşk gibi, güçlerine ikna olmamız için suçluyorlar bizi…
Bazen günahkar olmakla, bazen solcu olmakla, bazen dinci olmakla, bazen özgür olmakla, bazen bölücü olmakla…
Biliyorlar çünkü bu suçlamanın toplumda bir iz bırakacağını, gizli bir suçluluk duygusu ve suçlayana sığınma isteği yaratacağını.
Suçlamak ve suçlanmak aşkta da siyasette de en yaygın ilişki biçimi sanki…
En güçlü bağlardan biri…
Kafka okur musunuz?
Ben Kafka’yı severim, üstelik korkunç baş ağrıları çekmek gibi ortak dertlerimiz de olduğu için kendime yakın hissederim.
Kafka Dava romanında, suçlanan insanı olağanüstü anlatır.
Ne suçlayan bellidir, ne suç ama suçlu açıktır…
Ama işin ilginç kısmı da kişinin de kendisinden kuşkuya kapılmasıdır.
Suçlanan önce biraz dirense de ağır ağır kendi suçluluğuna inanır.
Aşk da bu böyledir, suçlanan ağır ağır elenir o ilişkiden, kölesi olur.
Suçlayan, ‘suçlu’ kendini suçlu hissettiği sürece kazanandır…
Neden kendimizi suçlu hissetmeye bu kadar meraklıyız, neden bu kadar güçsüzüz sizce?
Aşk dediğimiz ilişkilerin yüzde kaçı suçlayan ve suçlu ilişkisine dayanıyor acaba hiç düşündünüz mü?
Bana büyük bir çoğunluğu gibi geliyor.
Çünkü nerede bir aşk acısına rastlasam kendisinin iyi biri olduğunu anlatmaya çalışıyor…
‘Ben öyle biri değilim’ isyanını acısını her defasında seziyorum.
Suçlamak, suçlanmak, suçluluk hissetmek gerek kişisel, gerekse toplumsal ilişkilerde en önemli bağlardan biri…
En güçlü olanlarından hem de…
Bugünlerde bunu düşünüyorum, bu düşündüğüm doğru mu diye…
Siz ne dersiniz?
Suçluluk üzerinden mi kuruyoruz bütün ilişkilerimizi gerçekten?
Eğer böyleyse, acaba ilişkilerde hangi eksikliği kapatıyor bu suçluluk üzerinden kurulan bağ?
Aşk acısı neden her defasında ardında bir suçluluk duygusu da taşıyor?
Bizi suçlayana bağlayan o güçlü bağ aslında sakladığımız neyi örtüyor?
İnsan kendini suçlu hissetmese, özgür de hissedebilir değil mi?
Sizce de ‘tutsaklıkla’ suçluluk duygusu arasında güçlü bir ilişki yok mu?