Soma’nın sessiz köyleri…

Haberin Devamı

Ben de yeni öğrendim, 1 Temmuz 2013’de başlamış aslında, Danimarka Dışişleri Bakanlığı’nın fon sağladığı bir medya geliştirme programı var…

Objektif…

Kopenhag merkezli Niras ve BBC Media Action tarafından destekleniyor.

Programın amacı bağımsız araştırmacı gazeteciliğin desteklenmesi…

Şimdilik Türkiye, Ukrayna, Azerbaycan, Ermenistan, Moldova, Belarus ve Gürcistan’da yürütülüyor…

İyi gazetecilik projelerine burs veriyorlar. Niras ve BBC Media Action işbirliğiyle oluşturulan uluslararası bir jüri tarafından değerlendiriliyor projeler…

Geçtiğimiz günlerde bir Soma projesi bursu açmışlardı…

Ben de başvurdum.

Üstelik de gerçekten korkarak yaptım bunu, Soma’nın o dayanılmaz acısına o kadar yakından bakmak isteyip istemediğime bir türlü karar veremiyordum çünkü…

Hem içinde omak istiyor hem ne çok korkuyordum…

Ama başvurdum ve benimkiyle beraber altı proje için daha destekleme kararı aldı Objektif.

Korkmama rağmen nasıl mutlu olduğumu anlatamam…

***

Geçen hafta bu proje için Soma’ya gittim. Soma’nın köylerini dolaştım.

Daha geride dolaşacağım pek çok köy var bu acıyı yaşayan.

Ben aynı köyden 14 kişinin öldüğü Köseler köyüyle başladım…

Köylerde tarifi çok zor, tuhaf, derin, insanı sarsan bir sessizlik var.

Köseler Köyü’ne girdiğim an “hayatı olduğu gibi kabul eden insanların acısı işte bu sessizlik” dedim içimden…

Her şey öyle normal ve sessiz ki.

Her şey öyle çaresiz ve normal ki…

Her şey öyle zaman durmuş gibi ki…

***

O kasabalı, o köylü sükunetini bilirsiniz değil mi acılara karşı gösterdikleri?

Oradakiler çocukları öldüğünde ‘bizim oğlan da öldü’ diye, isyan etmeden, garip bir tevekkülle anlatırlar.

Canları acımadığından değil... Sanırım canlarının yanmasını hayatın bir komplosu olarak algılamadıkları için, olduğu gibi kabul ettikleri için, “takdir-i ilahi” olarak gördükleri için böyle anlatırlar.

İşte tam burada çok ürkersiniz zaten.

Ben de çok ürktüm… O acının ve o sükunetin karşısında ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi bilemedim doğrusu.

***

Kapılarını ilk çaldığım ev, iki oğlunu kaybetmiş bir anne baba ve 4 yaşında bir çocukla 23 yaşında dul kalmış Zehra’nın eviydi.

Nasıl evlendiklerini sorduğumda Zehra’nın yüzünde beliren o mahzun gülümseme çok canımı yaktı doğrusu.

Acısından çok gülümsemesi…

Bu nasıl da anlatılması güç bir duygu biliyor musunuz?

***

Belki şöyle anlatabilirim; büyük şehirlere oranla daha küçük, daha dar ama çok daha sahici bir hayat yaşanıyor oralarda.

Herkes herkesi tanıyor, herkes herkesi biliyor, kimse her gün yeniden kanıtlamaya uğraşmıyor kendini, kimse olduğundan başka biriymiş gibi davranmıyor oralarda.

Herkes neyse o.

Acıları da gülümseleri de o yüzden aynı şiddet de etkiliyor insanı…

O büyük acı karşısında gösterdikleri tevekkül, o çaresizliğe ve güçsüzlüğe boyun eğişlerindeki sessiz ve sakin güç şaşırtıyor insanı.

Çok derin bir yerden vuruyor…

Sanki acılarını çok değerli bir muhafazanın içinde saklıyorlar...

Ve o muhafazanın kapağını açmıyorlar kolay kolay.

En garibi ise o gösterilmeyen, ortaya dökülmeyen acı, üstü açık bir acıdan daha fazla yaralıyor sizi.

İçiniz dağlanıyor.

O acıyı bir daha unutamayacağınızı hissediyorsunuz.

***

Soma günlerim bitmedi… Hatta yeni başlıyor…

Bu yaz bu acıyla büyüyeceğimi bilmek içime iyi geliyor…

DİĞER YENİ YAZILAR