Haberin Devamı
Düşmanlıklarımıza dostluklarımızdan daha sadığız, farkında mısınız?
Bakıyorum da çoğumuz nefretlerimizden, düşmanlıklarımızdan besleniyoruz…
Dostluklarımız güçlendirmiyor bizi o kadar.
Bir düşmanımız varsa ve bir bıçak gibi bileyebiliyorsak kendimizi o nefretle, kinle, düşmanlıkla o zaman iyi hissediyoruz kendimizi.
Düşmanlarımızı yok etmek için duyduğumuz ihtiras, yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz gücü veriyor bize…
Toplumca bu haldeyiz…
Tek tek hepimizin olduğu gibi bi-zim toplumun da bir duygusu var…
Kine, nefrete, intikam duygusuna kapılmaya, onunla kimlik bulmaya çok yatkınız…
Ezilmiş, yaralı, kendini yenik hisseden, hakkı yenilmiş hisseden bizler, hepimiz…
Kürdü, Türkü, Alevisi, Ermenisi, Müslümanı, kadını, erkeği, genci, yaşlısı…
Kin ve nefret duygularımıza yapışmış durumdayız.
Bu duygular diğer tüm duygulardan çok daha çabuk yerleşiyor içimize…
Çok daha çabuk gelişiyor, çok daha çabuk eyleme dönüşüyor.
Nefretlerimizden bıkmıyoruz.
‘Sıktı artık bu kin, bu nefret, sıkıldım’ diyemiyoruz…
Dersek yeniliriz zannediyoruz…
Nefret, kin duyguları değişmez, değişmemeli sanıyoruz…
Çoğumuz böyleyiz…
Yaşadığımız duygu aşk kin nefret gibi keskin bir duyguysa değişebileceğine hiç ihtimal vermiyoruz…
Sonsuza kadar o nefreti,kini taşıyacağımızı sanıyoruz.…
Sımsıkı sarılıyoruz o duygulara…
Kafka’nın ünlü hikayesindeki gibi…
Bir sabah uyandığımızda, Gregor Samsa gibi kendimizi böcek olmuş olarak değil de nefretleri, kini alınmış bir ruh olarak bulsak…
Arasak, tarasak ve değişmez sandığımız kinimizi bulamasak içimizde…
Kinin, nefretin sonsuz dek sürmeyeceğini, onun da değişeceğini anlasak…
Ne yapardık acaba?
Bana sorarsanız… Hayat bir anda anlamsızlaşırdı sanki.
Öyle değil mi?
Nefretimiz olmadan, intikam duygumuz olmadan ne yapardık ki biz?
Şu geçtiğimiz pazartesi günü hava gerçekten bahar havasıydı…
Beşiktaş’tan vapura bindim Kadıköy’e geçtim…
Modaya yürüdüm…
Oradan Göztepe sahiline geçtim…
Çimlerde yattım…
Denize baktım…
Şükrettim…
Gülümsedim…
Ve düşündüm…
Bu havanın bile insanları iyileştirmeye yetmediği, düşmanlıklara denizin ortasında can havliyle tutunduğumuz tahta parçası gibi sarıldığımız bir hayatın sorunları, gerçek olabilir mi diye?
İçim hep aynı cevabı verdi bu soruya…
Gerçek olamaz…
Bu ülkenin Kürt sorunu bile yalan…
Çözümünü bilip de çözemediğimiz sorunlara benim inancım kalmadı artık…
Bu bahar havasında, baharın gelişini kutlayan Nevruz kutlamalarındaki nefrete, kine inanabilir mi insan?
Bu tamamen hem Kürtlerin hem Türklerin kine olan bağımlılığından…
O nefrete olan aşkından…
O duyguların vazgeçilmez olduğunu sanmasından…
Bu ölümler, başkalarının değil hepimizin kine, intikama olan inancından…
Çünkü iki tarafın da kini, nefreti, intikam isteğini sürdürme arzusu olmasa, bu bahar havasında bu yorgun savaşı kim sürükleyebilir?
Kendi kin kasırgasının içinde savrulan, düşmanlığın devlet eliyle beslendiğini sezemeyen, bunları bu bahar havasında iliklerinde hissedemeyen, bütün enerjisini sahip olduğu kine, nefrete harcayan, geleceğini, geleceğimizi en değerli duygusu intikamla yok eden herkesi Tanrı’nın Gregor Samsa gibi cezalandırmasını diliyorum…
Umarım bir sabah uyanırsınız ve elinizdeki en büyük kozunuz nefretiniz, kininiz elinizden alınmış olur.