Bana sorarsanız sonbahar mevsimlerin en kişiliklisi.
Kafası karışık ama kendinden en ödün vermeyeni...
‘Ben böyleyim’ diyor... ‘Canınız isterse.’
Sonbaharı sırf bu yüzden daha çok seviyorum ben...
***
Bir sonbahar daha başladı işte, sarının, kızılın, kahverenginin mevsimi...
Etrafta neler oluyor farkediyorsunuz değil mi, doğada...
Ama tuhaf bir hali bu sonbaharın, insana nedense hep aynı şeyi düşündürüyor sunduğu güzelliklerle beraber;
Daha kaç sonbaharımız kaldı acaba?
***
Ya da yaşadığımız kaç sonbaharı istediğimiz gibi yaşadık acaba?
Belki de hiçbirimiz istediğimiz gibi yaşayamadık hiçbir sonbaharı, hayatı...
Hep ‘bir daha ki sefere’ dedik...
Hep erteledik hayatı...
Niye ertelediğimizi anlamadan, ertelemenin aptalca olduğunu sezerek, hatta hiçbir zaman o ertelediğimizi gerçekleştireceğimiz zamanın gelmeyeceğini bilerek...
İşte şimdi o pişmanlık etimize deyip yakacak bizi belki de bu sonbahar...
***
Sonbahar, tüm pişmanlıkların ‘ben de burdayım, ben de burdayım’ diye insanın ruhuna üşüştüğü bir mevsim...
Bir çölün ortasında duran koca bir gemi gibi hiçbir yere gitmeden anlamsızca eskidiğimizi hatırlatıyor bize...
Nedenini bilmiyorum...
Ama gerçekten sonbaharı bir deniz kenarında geçirseniz bile, kokusundan mıdır, renginden midir bilmem, çocukluğunuzdan kalma eski bir şarkıya yakalandığınızda olduğu gibi mesela, aniden bütün duyguların en altından hüzün çıkıyor...
Kaybettiklerimizden, yapamadıklarımızdan, yapıp bir daha tekrarlayamadıklarımızdan, unuttuklarımızdan, unutamadıklarımızdan arta kalan bir hüzün...
***
Sonbaharın ışıkları büyütüyor o hüznü.
Hayatla, yaşadıklarınla ilgili sorular üşüşüyor birden.
Kendinle gözgöze geliyorsun.
Ama bu hüznün beni acıtmasını tam sevmesem de beni değiştirmesini seviyorum ben...
Her yıl sorularla, hesaplaşmalarla, kendi içime ve hayata bakarak, hem aynı kalıp hem değişerek sonbahardan geçmeyi seviyorum.
Işıklar değişiyor, ben de değişiyorum her defasında...
***
Yazın yakıcı aydınlığı, imparatorluğunun son günlerini yaşıyor artık.
Sabah ve akşam saatlerinde sonbaharın billur ışıkları eylülün kıvamlı aydınlığının içine sızıyor.
İnsanı üşütmese de ürperten bir serinlik var...
Işıklar değişti... Kokular değişti...
Bir bakıyorsunuz gökyüzü balya balya bulutlarla kapanıyor, gri bir renk basıyor kenti...
Bir sağanak patlıyor, kuruyup kavrulmuş yapraklar savruluyor rüzgarda...
Sonra hiçbir şey olmamış gibi bunaltıcı bir yaz sıcağı geliyor...
Ardından akşam yeniden ıslak bir karanlık dolaşıyor sokaklarda.
***
Bir süre daha sıcaklar devam edecek sanırım..
Yani ben etsin isteyenlerdenim...
Sonbaharın hüznüne sıcak bir güneşin karışması hepimize iyi gelir sanırım.
En azından bize alışmak için biraz vakit tanır...