Haberin Devamı
Bazen nasıl zorlanıyorum yazı yazarken bilemezsiniz...
Bir yandan, hızla üzerimize gelen, ilkbahara kadar gittikçe de yoğunlaşacakmış gibi gözüken belalar, kavgalar, savaşlar...
Bir yandan da tüm güzelliğiyle yanı başımızda duran hayat.
Sevinmeyi, şaşırmayı, herhangi bir şeye gülümseyerek bakmayı, gördüğümüz bir şeyi başkasına heyecanla göstermeyi unutmuşuz gibiyiz...
Ya da bazılarımız gibi ben de hayatımın önemli bir kısmını gazete haberlerinin içine gömdüğüm için bana öyle geliyor.
Dün Sevgililer Günü’ydü...
Eğlenen, sevinen insanlar vardı.
Sokakta, lokantada, dükkanda Sevgililer Günü’nü küçümsemeden ama abartmadan da geçiren insanları izledim.
Onların sevimli telaşını, alışverişini, daha haftalar öncesinden yapmaya başladıkları programlarını, sokaklara, vitrinlere yansıyan sevinçlerini seyrettim.
Ben belki kırmızı kalp kılığına giren Sevgililer Günü coşkusunu çok yürekten paylaşamam ama Sevgililer Günü’nü reddetmenin kendi önemlerinin, zekalarının göstergesi zanneden, tuhaf bir şekilde o günü kutlayanları küçümseyen insanları da komik bulurum.
İnsanlar eğleniyorlarsa, neşeleniyorlarsa, coşuyorlarsa bunun kimseye zararı olmayan masum nedenlerini küçümsemenin anlamını pek kavrayamam doğrusu.
Genç bir çift birbirilerinin yüzüne bakıp, kollarını birbirinin içinden geçirerek içkilerini içiyorlarsa, bırak onlarla dalga geçmeyi, onları aşağılamayı, onlar bundan bir sevinç aldığı için sen de sevin, iki genç mutlu işte, bundan daha şefkat ve hoşnutluk yaratan sahne ne olabilir?
Sevgiyi göstermenin, dünyayı unutmanın yöntemi insandan insana değişir, herkes kendi yetişme tarzına, alışkanlıklarına, okuduğu kitaplara, seyrettiği filmlere göre gösterir sevgisini.
Bazıları için bu sakin bir gülümsemedir...
Bazıları için sevdiğinin elini tutup sıkmaktır...
Bazıları için gürültülü barlarda birlikte dans etmektir...
Bazıları için halay çekmek, bazıları için horon tepmektir...
Bazıları için şiir okumaktır...
Bazıları için şarkı söylemektir...
Bazıları sevgisini herkesin içinde gösterir, bazıları bunu göstermek için bir mahremiyet arar...
Ne fark eder eğer bu yaptıklarından zevk alıyorlarsa, bu sevgiyi gösterme ve paylaşma biçimleri onları mutlu ediyorsa?
Sevinmenin en doğru yolu diye bir yol yok.
Mutlu olan insanların mutluluğunu görmekten her zaman sevinirim, onların mutluluğundan bana düşen pay da budur, başkalarının mutluluğunu, o mutluluğa ulaşma yollarını küçümseyerek kendi mutsuzluklarına bir “üstünlük” madalyası takmak isteyenler bana her şeyden ve herkesten daha acıklı gözükür.
Kırmızı kalpten mumlar almam ama alan birini görürsem ona gülümserim, o bundan memnun diye memnun olurum.
Bunca sıkıntının ortasında hepimiz kendimize bir mutluluk adacığı arıyoruz, biraz mutlu olmak, bu mutluluğu biriyle paylaşmak istiyoruz.
O adacığa zaten ulaşmış insanlara, oraya nasıl ulaşılması gerektiği konusunda akıl vermenin çok akıllıca olmadığını düşünüyorum doğrusu.
Kırmızı kalpten bir mumla o adacığa ulaşıyorlarsa bırakın mumlarla ulaşsınlar.
Siz oraya sakin bir gülümsemeyle ulaşıyorsanız, siz de öyle ulaşın...
Yeter ki o adacığa ulaşın, hiç kimsenin çok uzun kalamadığı o adada geçireceğiniz kısa zamandan daha güzel çok fazla bir şey yok çünkü hayatta.