Aile dostumuz Mahmut Özgener’in Futbol Federasyonu başkanlığını bırakacağını öğrendiğimde çok şaşırdım.
İçimden “Mahmut bu kadar başarılı olmuşken niye ayrılmak istesin ki, biraz yorulmuştur sadece, kulüpler onu ikna eder nasılsa” diye geçirdiğimi itiraf etmeliyim.
Ama VATAN’daki “çarpıcı” analiz ve siyaset yazarlarının yorumları da dikkatimi çekti.
Genel manada şu sonuç çıkıyordu:
Mahmut’un başkanlığı bırakmasını sağlayan sürecin baş aktörlerinden biri Aziz Yıldırım.
Oysa ki, 2.5 yıl boyunca Mahmut’la birlikte federasyonu yönettiği iddia ediliyordu.
Peki Aziz Yıldırım, Mahmut’un ayrılmasını niye istedi acaba? Onu tam manasıyla bilemiyorum. Anlam da veremedim açıkçası.
Ancak şu kadarını görebiliyorum:
Federasyona “Fenerasyon” lakabı takanlar, Mahmut’a “F.Bahçe’nin uşağı” diyenler, en hafif tabirle ayıp etmişler.
Durumu anlamak için Mahmut’un yakın çevresiyle konuştum. Çok “duygusal” bir modda olduğunu öğrendim ve Mahmut’un 2.5 yıl içinde en fazla canını acıtan olayları dinledim...
Neler mi?
1. Sondan başlıyorum. Yıllarca başkanlığını yaptığı Altay’ın küme düşmesi sonucu Ege medyasında çıkan ağır eleştiriler... Oysa çok iyi biliyorum ki, Mahmut son Adana maçını izlerken hop oturup hop kalktı, sinirden TV’yi kıracaktı neredeyse. Sonra da 24 saat bunalıma girdi, kimseyle konuşmadı, o kadar üzüldü. Tabii, bütün başarısızlıkları saha dışı güçlere bağlayan bir spor dünyası için, beklenti Mahmut’un gizli bir elle Altay’ı kümede tutmasıydı.
2. Beşiktaş’ın çifte kupa aldığı sezonda, İnönü’deki şampiyonluk töreni sırasında yuhalanması... O gece “17 kulüp Mustafa Denizli ile arkadaşlığım yüzünden Beşiktaş’ı tuttuğuma inanıp bana kızıyor. Beşiktaş da bana Beşiktaş muamelesi yapıyor. Ben nereye geldim?” diye kendi kendine dertlendiğini biliyorum.
3. Yine F.Bahçe’nin şampiyonluk töreninde de ıslık yağmuruna tutulması... Hele Aziz Yıldırım’ın bu protestoları durdurmak için hiçbir şey yapmaması aralarındaki ilişkinin gerginliğini göstermesi açısından önemli bir veriydi.
4. Bir tane de Adnan Polat anekdotu duydum. G.Saray’ın maaşları ödeyemeyecek duruma geldiği bir dönemde, Polat federasyondan rica-minnet 4 milyon dolar avans almış. Polat
parayı tahsil edene kadar çok farklı davrandığı Mahmut’a, tahsilatı yaptığının ertesi günü “Bu adam G.Saray düşmanı. Her konuda önümüzü kesiyor” diyecek kadar ileriye gitmiş.
5. Mahmut’un yakın dostlarının sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Mustafa Denizli, Şansal Büyüka, İbrahim Seten gibi isimlerle ilişkilerinin medyanın bir bölümü tarafından speküle edilmesi ve onlarla rahat rahat bir akşam yemeği bile yiyemeyecek hale gelmesi... Ailesi İzmir’deyken, haftanın 4 günü yalnız başına İstanbul’da yaşayan biri için bunaltıcı bir yalnızlık içindeydi.
Futbol dünyasındaki ilişkilerin çarpıklığı, insanların kaypaklığı, medyanın sürekli negatifle beslenmesi, aldığı risklerin görmezden gelinip hep arkasında bir bit yeniği aranması, Mahmut’a sanırım “Burası benim dünyam değil” dedirtti. Ve o da bir koltuk için can verecek insanların “güç oyunu” içinde kendini çaresiz hissetti. Eşi Ayşe, çocukları Cem ve Can’ı 2.5 yıl ihmal ettiği için suçluluk duygusu ikiye katlandı. Ve gitti...
İnşallah arkasına bakmadan gitmiştir.
Çünkü, İzmir’in köklü ailelerinden birinin mensup, zengin, medeni ve hayat ölçüleri taşıyan bir genç adamın Bizans’taki ayak oyunlarına uyum sağlaması zaten zordu. Ne Bizans’taki kötülükleri değiştirebildi, ne de kendini...
Ben Mahmut’u çok özleyeceğim...
İlker Başbuğ’un kitabını okudum: Hissettiğim ilk duygu ‘acımak’ oldu!
İlker Başbuğ’un kitabını sonunda okudum, bitti. Adı, Terör Örgütlerinin Sonu... Kitabı bitirdiğimde tuhaf bir boşluk oldu içimde.
Ne hissettiğimi sezemedim.
Bu kitap ne anlatıyordu, niye anlatıyordu, kime anlatıyordu, bilemedim. Eski Genelkurmay Başkanı’nın itirafları denemezdi bu kitaba.Zaten önsözünde de “Yaşanılanların, tanık olunan olayların, sahip olunan bilgilerin paylaşıldığı bir anı kitabı değildir” diyordu Başbuğ...
Kitabı okumaya başladığımda akıllı, sağduyulu, konusuna vakıf birinin, Kürt sorununun nasıl çözülebileceğini, aslında meselenin ne olduğunu anlattığı bir sohbeti dinleyeceğimi umuyordum.
Kürt sorununun başlangıcından 27 sene sonra, o sorunun çözümü için çalışan ekibin bütün önemli rütbelerinden geçmiş bir askerin yazdığı bir kitaptı bu çünkü... İnsanın büyük bir hayâl kırıklığına uğramasının nedeni de buydu.
Çünkü yazdıkları o kadar çocuksu, o kadar geç kalınmış, o kadar tutarsızdı ki... Ama haksızlık etmeyelim.
Kürt sorununun tarihini, nereden gelip nereye gittiğini, PKK’yı... Başka kaynaklardan alıntılar yaparak iyi anlatmış.
Bu arada bugünlerde “Kürt sorunu yoktur” diyen tek kişi Başbakan değilmiş meğer...
İlker Başbuğ da böyle düşünüyormuş.
Etnik sorun yokmuş, etnik farklılıklar varmış.
Kürtler meğerse gerçekten kardeşimizmiş.
İngilizlerin Musul’u bizden almak için ülkede karışıklık yaratıp Şeyh Sait İsyanı’nın çıkmasına ön ayak olması gibi... Kürt kimliğinin gündeme gelmesini de Kürtler değil, kendi çıkarları için Kürt devletinin oluşumunu aslında istemeyen, İngiltere başta, bazı ülkelerin planları sağlamış.
Kürtlerle Türkler de hep kullanılmış yani...
Aslında aynı elmanın iki yarısıymışız.
Nerdeyse aynı dilden... Aynı dinden, aynı ırk ve gelenekten geliyormuşuz.
İnsan kitabı bitirince ister istemez soruyor:
Bizim ordu bu akılla mı yönetiliyor?
Kürt diye bir şey olmadığına, bütün sorunların dış güçler tarafından yaratıldığına mı inanıyor? Binlerce insan, gerçekleri göremeyen bu körlük yüzünden mi ölüyor?
Çıkıp bağırası geliyor insanın:
- Bırakın nedenleri dışarda aramayı, kendinize bakın, sizin körlüğünüz neden oluyor savaşa!
Bir ömür “Kürt yoktur” diye bağırdığınızdan savaş sürüyor, o ömrün tek bir anında “Kürt vardır” deme yürekliliğini gösterebilseydiniz ne insanlar ölürdü, ne de siz başka ülkeleri suçlamak için acınası kitaplar yazmak zorunda kalırdınız.
Kenan Paşa’ya ‘dilhun’ olmak yetebilir mi?
Kenan Evren 12 Eylül Darbesi nedeniyle ifadesi alınacağını öğrenince “Bu, beni dilhun etti’ demiş. Bunu yakın çevresine söylemiş ama yayılmış anlaşılan...
Dilhun, Farsça, “içi kan ağlamak, kalbi yaralı olmak” demekmiş... Özellikle aşkta istediği karşılığı göremeyenlerin çektiği acıyı anlatmak için kullanılıyormuş.
Benim anladığım şu:
Kenan Evren küs bize... Onun sorgulanmasını istediğimiz için, hepimize...
İstediği, hak ettiğini düşündüğü sevgiyi bizden görmeyince dilhun olmuş...
Fakat benim aklıma takılan, ”12 Eylül darbesini yapanlar yargılanacak” sözlerinin başladığı referandum zamanı...
Kenan Evren “Öyle bir şey olursa intihar ederim” demişti.
Şimdi ifadesi alındı. Dilhun olmuş...
Hayat tatlı işte...
İntihar etmesin elbette...
Ama hayatın kıymetini anlasın, öldürttüğü insanları ve onları sevenleri düşünsün istiyorum.
Dilhun olan Evren bugün 94 yaşında.
Astırdığı çocuk 17 yaşındaydı.
Onu öldürttüğünde hiç “dilhun” olmadı Evren, aksine “Asmayalım da besleyelim mi!” dedi.
Doğrusu ya, ne yaşı, ne “yaralı yüreği” bende pek acıma duygusu yaratmıyor.
Evren’i gördükçe şafak vakti asılan gençler geliyor çünkü aklıma...
Gaddarlık ve vahşet geliyor.
Hasan Hüseyin’in dizelerini biraz değiştirerek söylersek:
- Kör olasın demiyorum
- Kör olma da gör gerçekleri...
İslami evlilik sitesine üye oldum!
İnternette bir site ilânı gördüm: gönüldensevenler.com... İslami evlilik sitesi...
Hemen üye oldum. “Bu site arkadaşlık ve flört sitesi
değildir” cümlesiyle açılıyor site.
“Türk halkını internetteki ahlâksız sitelerden ve aldatıcı arkadaşlık sitelerinden kurtarmak amacıyla” diye devam ediyor.
32 yaşında, bekâr, dini bütün, evlenmemiş, Antalyalı bir profil çizdim kendime... Daha 1. dakikada mesaj geldi. Ve artmaya başladı hızla...
Ben sitede dolaşırken 540‘ı erkek, 783 kişi ‘on-line’dı siteye...
Birçok şaşırtıcı soru vardı... Aradığınız özellikler bölümünde “cinsel uyum” seçeneği vardı mesela... “Açık fikirli bir site” diye düşündüm.
Sonradan anladım ki... Bu “özgür” ve “açık fikirli” İslami evlilik sitesinin bu şaşırtıcı anlayışı para ile ilgili... Üye olduktan sonra
“Altın üye olmak ister misin?” sorusu çıkıyor karşınıza.
Tıklarsanız 1 aylık gold üyelik 29 lira, 1 yıllık indirimli 99.90 lira... Toplam üye sayısı 970.041 idi dün...
Acaba kaç kişi “altın” üyelikle eş buldu bu “ahlâklı” siteden..