Özden Örnek’in eşi, Tolga Örnek’in annesi: Sevil Hanım

Haberin Devamı

Kaybedenler Kulübü’nün yönetmeni Tolga Örnek, Vogue Dergisi Mayıs sayısında, “yüzleşme” sayfalarına annesine olan düşkünlüğünü anlatmış.

Anneler Günü sayısı nedeniyle, sanırım ‘ana kuzusu’ olmasıyla yüzleşmesini istemişler.

Yazısından etkilendim. Çünkü, içinden geldiği gibi, az rastlanacak bir açıklıkla anlatmış annesini.

Sevil Örnek denince ilk aklıma gelen kişi, eşi... Darbe günlüklerinin yazarı olduğu söylenen Deniz Kuvvetleri eski komutanı Oramiral Özden Örnek.

Böyle zor bir hikâyede bu denli bir açıklık beni gerçekten etkiledi.

Tolga Örnek’in yazısını okumakta geç kalmışım aslında ama okuduğum yazıyı sevince zamanın geçmesine aldırış etmesem de olabilir gibi geldi doğrusu.

Sevil Örnek beklenilmeyeni yapmasıyla ünlüymüş. Bir asker eşi olarak, katı kuralların çevrelediği bir hayatta tam olarak ne yaptı, merak ettim.

Sıkılmış, bunalmış, zorlanmış olmalı...

Ya da Sevil Hanım’ın bu enerjisi yüzünden, Özden Örnek hayli sıkılmış, bunalmış, zorlanmış olmalı. İşte Tolga Örnek’in anlattığı, benim de çok eğlenerek okuduğum Sevil Örnek:

* “1996 yılında Amerika’dan, iki yıldır gelmediğim Türkiye’ye dönüyordum. Uçakta yorgunluktan uyuyakalmıştım ki hostesin sesiyle uyandım: ‘Tolga Bey annenizden mektup var.’ Üzerinde annemin el yazısının olduğu zarfı açtım, ‘Uçağın kapısı açıldığında seni orada bekliyor olacağım’ yazıyordu.”

* “2001 yılında Nemrut Belgeseli çekeceğiz. Ekiple beraber Adıyaman’a gitmeden son kontrolleri yapıyoruz, herkese talimatlar veriyorum, yönetmen gibi davranıyorum yani.
O sırada kapı açılıyor, annem giriyor ofise. Herkese yolluklar hazırlamış. ‘Hepinize kolay gelsin, oğlumu üzeni gebertirim’ diyor. Beni öpüp çıkıyor.”

* “2008’de Devrim Arabaları için okuma provası yapıyoruz oyuncularla. Kapı açılıyor, annem elinde çilekli pasta ile içeri giriyor.”

* “Yıl 2005... Babam emekli oluyor, Deniz Kuvvetleri’nde veda konuşması yapıyor. Çok duygusal bir konuşma. Annem önde protokolde oturuyor. Konuşma bitiyor. O ağır protokol içinde annemin ne yapacağını tedirginlikle bekliyorum. Babam sahnenin yanındaki merdivenlere yöneliyor, annem yerinden fırlayarak babama koşuyor, ona sarılarak yanaklarından öpmeye başlıyor. İlk kez bir eş böyle davranıyor devir-teslim töreninde.”
Bunları okuyunca “Keşke Tolga Örnek, Vogue’un Haziran sayısında da babasını yazsa” diye içinden geçirmiyor değil insan...

Biz, herkesi toplumsal rolleriyle tanıyoruz. O rollerin ardında saklı olan ‘insanı’ pek sıklıkla göremiyoruz. Belki bu ülkede ‘rolleri’ azaltıp, ‘insanları’ çoğaltmak pek çok derdimizi çözer. Roller katı ve soğuktur çünkü, insanlar ise esnek ve sıcak.

*****

Kısakürek’i hatırlayalım

Necip Fazıl Kısakürek’in geçen hafta ölümünün 28’inci, doğumunun 107’nci yılıydı. 25 Mayıs 1904’te doğmuş,
25 Mayıs 1983’te vefat etmiş.
TRT’de Cuma akşamı Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili hazırlanmış bir belgesel izledim.
Şairlerin hayatlarına hiç ilgi duymadığımızı farkettim izlerken.
Şiir ki; hayatı, acıyı, özlemi, aşkı, ayrılığı, insanı en iyi anlatan dildir ülkemizde, gerçekten çok iyi şairler geçmiştir bu topraklardan ama yine de onları merak etmeyiz.
n Necip Fazıl, babası annesini boşadığında 13 yaşındaymış.
n Babası ona kadınlarla ilgili şunu söylemiş annesinden boşanmadan hemen önce: “Sen henüz kadınlık sırlarından anlayacak yaşta değilsin. Bak şimdi eve gidiyoruz. Göreceksin, kapıyı açacak. Taşlıkta kenara çekilmiş bizi bekliyordur. İşte bu hal, kadınlık sırrına ters. Erkeğine bunca mahkumluk gösteren kadında, cazibe diye birşey kalmaz.”
1917 yılı için ne umulmadık bir tespit değil mi Necip Fazıl’ın babasınınki...
n 24 yaşında yazmış “Kaldırımlar” şiirini
Necip Fazıl.
n Şair olarak akıllara yerleştiği yaş, babasının tespitleri kadar çarpıcı...
n 37 yaşında kendisiyle yapılan bir röportajda “Kimse beni beğendiğim taraflarımla benim kadar beğenemez, beğenmediğim taraflarımla da benim kadar çekiştirip paylayamaz” demiş.
n Hayatı boyunca insanın iç alemini merak eden şair, dinci şair, kimilerince sağcı şair olarak anılmış.
Hakkında birçok şey yazılmış kitaplarda, internette, orada burada...
Siz siz olun, şairlerin hayatını merak edin.
“Onlara ne denmiş?”e değil de, onlar ne demiş, ona bakın...

SERSERİ...

“Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri,
Ben de bütün dünya benimdir derim.
Yıllara gezdirdim hoyrat başımı.
Aradım bir ömür, arkadaşımı.
Dikecek yok mezar taşımı,
Halime ben bile hayret ederim.
Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar.
Ne kendisine yar, ne de kimseye yar,
Bir rüya uğrunda ben diyar diyar,
Gölgemin peşinde yürür giderim...”

*****

Hrant 18 duruşmadır hâlâ yerde yatıyor...

Bugün, Hrant Dink davasının 18’inci duruşması var.
Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi, gazetelere ilanlar vermişti yine...

“Bizim acımız, bizim tanıklığımız, bizim öfkemiz taptaze, aynı yerde yatıyor!”
diye başlayan...

Konuyla hiç ilginiz yoksa bile ilk satırdan şunu hemen anlıyorsunuz:

Bu davada 17 duruşmadır hiçbir ilerleme olmamış.
Demişler ki:

“Sokaklarda gelecek vaatleriyle dolaşan seçim arabalarından Hrant’ın katillerine gözdağı verecek ters ses duyamasak da, Muammer Güler gibiler yargılansın diye beklerken iktidar onu milletvekili adayı yapsa da, kanlımız mı zanlımız mı zamanın gün ışığına çıkaracağı karanlık isimlerin yönettiği bu ülkede... Bu davanın tanığı, takipçisi bizler yine aynı yerde olacağız...”

Benim hâlâ umudum var.

Keşke bu cümle bir şarkı sözü olmaktan çıksa artık bu ülkede...

*****

Neval’i döven dolmuş şoförü artık trafiğe çıkamayacak...

Sonunda içimi rahatlatan haber geldi.

Neval‘i güpegündüz İstanbul’un ortasında saçlarından tutup yerlerde sürükleyen 34 TZA 68 plakalı araç sürücüsü, Taksim-Kocamustafapaşa hattında çalışan dolmuş şoförü İbrahim
Öztürk‘ün lisansı İstanbul Şoförler Esnaf Odası‘na yapılan şikayetler ve Valilik’çe yapılan
uyarılar sonucu iptal edildi.

Tabii ki amaç insanları işsiz bırakmak ya da acımasız olmak değil. Ama İbrahim Öztürk’ün öfke kontrolü problemi olduğu çok açık...

Böyle bir canlı bombanın trafikte olması hepimiz için çok sakıncalıydı, o yüzden hepimizin hak ettiği şekilde sonuçlanmasına çok sevindim.

Bu arada bu haberi yazdığım günden beri sayısız mail geldi. Pek çok kadın benzer şeyler yaşamış trafikte...

Dolmuş şoförü, taksi şoförü, otobüs şoförüyle.Trafikte kadına şiddet hikayesi çok fazla...

Şoförler Esnaf Odası Başkanı Cem Sert’e
soruyorum:

* Sürücü Değerlendirme Merkezi olarak kurduğunuz bölümde, psikoteknik analizler nasıl yapılıyor?

* Bu kadar saldırgan insanlar nasıl bu kadar kolay şoför oluyor?

* Değerlendirmeleri yapan psikologlar
kimler?

* Yollar neden öfkeli şöförlerle dolu?
Bu konuya devam edeceğim hanımlar.
Şikayetlerinizi bana yazabilirsiniz.

*****

Fatih Terim gerçekten değişmiş...

Dün G.Saray’ın genç yöneticisi Ali
Gürsoy’a rastladım. Yanında Ayhan Akbin de vardı.
Daha önceki sohbetlerimizden birinde, Fatih Terim’in G.Saray’a üçüncü kez gelmesinin G.Saray vizyonu açısından çok iyi bir imaj oluşturmadığını söylemiştim onlara... “Doğru olur mu olmaz mı?” başlıklı bir beyin fırtınası yapmıştık kendi aramızda...

O yüzden Ali beni görür görmez başladı anlatmaya:

* “Hocayla evinde başbaşa konuşma fırsatı buldum. Anlattıkları bizim kendi aramızda konuştuklarımızın aynısı... Ben Fatih Hoca’yı daha önce bu kadar vizyoner görmemiştim. Ben G.Saray için ne istiyorsam, o da aynısını istiyor.”

* “Mesela artık G.Saray’a yakışmayacak hiç bir transfer olmayacak.”

* “Kadrodaki vasat oyuncular temizlenecek. İddia taşımayan hiç kimse Florya’da barınamayacak.”

* “Hoca özeleştisini de yapıyor, ‘2002’de hata yaptım’ diyor. Hırsını ve özgüvenini görünce ben çok heyecanlandım ve mutlu oldum.”

Ali bunları anlatırken gerçekten heyecanlıydı, çünkü Ali’nin G.Saray için sahip olduğu vizyonu ve hayalleri biliyorum.

Ali’yi bu kadar heyecanlandıran bir Fatih Terim beni de heyecanlandırır
doğrusu...

Şimdi geriye bekleyip görmek kaldı.

DİĞER YENİ YAZILAR