Haberin Devamı
Tuhaf bir sonbahar günü salınıyor dışarda…
Hem yazın sıcak günlerinden biri, hem kışın sert esen rüzgarı içiçe…
Tam hangi mevsimde olduğunu kestiremiyor insan.
Kimilerimiz yakan güneşi esas alıyor, kimilerimiz sert esen rüzgarı.
Oysa hepimiz aynı mevsimi yaşıyoruz.
O birbirine benzemeyen değişimler de aynı mevsimin parçaları.
Ama herbirimize farklı geliyor yaşadığımız mevsim…
Duygularımız da biraz böyle.
Aynı yaşlardayız, aynı ülkedeyiz, aynı mevsimdeyiz, aynı şeyleri yaşıyoruz ama hepimiz olayları farklı algılıyoruz..
Pazartesi günü, son olaylara Leyla Zana’nın hayatından alıntılar yaparak bakarsak yaşanan acıları, insanların ölümü göze almasını daha iyi anlayabiliriz diye yazdığım yazıdan sonra gelen maillerdeki duygu sığlığı ve duygu tekliği beni şaşırttı.
Ölüm karşısında aslında bütün insanların duyguları hemen hemen aynıdır.
Ama “ötekilerinin ölümü” karşısında bu duygular değişiyor.
Ölen insan için duyulan üzüntü kayboluyor birden bire.
Soğuk, kızgın bir duyarsızlık çıkıyor onun yerine.
“Kendisinden görmediğini” ne gariptir ki “insan olarak” da görmüyor toplumun bir kesimi.
Karşısındakini insan olarak görmeyince de kendi insanlığını, insana ait duygularını, vicdanını yitiriyor.
Hayatın bütün inceliklerinden kopup…
En hoyrat köşelerde öbeklenerek ortaklığı nefrette buluyoruz.
Bizden olmayana, “ötekine” duyulan nefret.
Ortak değerimiz bu nefret oluyor.
Başkalarının acılarına karşı kör ve zekasız bir nefret var içimizde.
Bütün duygularımızı öldürüp sadece nefreti yaşatıyoruz sanki.
Duygularımız ölürken biz de parça parça ölüyoruz tabii.
Yetmiş iki cezaevinde on bine yakın kişi açlık grevinde…
Bu nasıl içimizde ortak bir yeri titiretmiyor, merak ediyorum.
Günlerdir etrafımda kimi görsem soruyorum, ‘başbakan nasıl çıkıp bunca yaşanan acıya rağmen açlık grevi yoktur, bunlar show diyebildi?’
Onlar insan.
Ölüme yaklaşıyorlar.
“Bizden” ya da “ötekinden” olması ne farkeder, bizden olmayanların ölmesi artık hiç mi dokunmuyor duygularımıza?
Bu duygusuzluk aslında “karşımızdakinden” çok kendimize kötülük, sırf nefretimiz yüzünden bizi biz yapan bütün o insanduygulardan vazgeçeceksek, daha sonra hayatımıza nasıl devam edeceğiz?
Nasıl seveceğiz, nasıl şefkat duyacağız, nasıl merhametli davranabileceğiz, bu duyguları kaybetmenin ne anlama geldiğini kuruyarak mı öğreneceğiz?
Bir gün bizim de sevgiye, şefkate, merhamete ihtiyacımız olduğunda, o duygulara sahip kimsenin kalmadığını görmek olacak herhalde bugün yaptıklarımızın cezası.
Bu nefret hepimizi insanlıktan çıkaracak.
Bu hiç mi korkut muyor sizi?