Ne çok insan öldü bu aralar… İçimi yakan her ölümle, ölümü daha fazla düşünür oldum ben de.
Ölümü her düşündüğümde hayatı da düşünüyorum.
Ölümü düşündüğüm kadar, sonu ölüme varacak bu hayatı nasıl yaşadığımızı da düşünüyorum sonra.
Kendim gibi olmadan ölmek istemem doğrusu.
İnsanın kendisi gibi olması, kendisi gibi yaşaması zor…
Sanki hayatın çözülmesi en zor sırrı bu…
Ne kadar uğraşsan da ne kadar bilsen de kendin gibi olamıyorsun…
Kendin gibi olmadan ölme fikri, kötü geliyor bana.
Ölmekten bile kötü…
Ne çıkarsa içinden…
Tüm kiri pasıyla, tüm kaygılı, ümitsiz yanlarıyla, tüm beceriksiz, yetersiz taraflarıyla kendin olmak…
Bu toprakların, belki de dünya üzerindeki tüm toprakların ama en fazla bizim buraların en büyük lüksü bu.
Belki de en büyük sorunumuzun gerçek duygularımızı, gerçek düşüncelerimizi söyleyememek, gerçekten istediklerimizi yaşayamamak olduğunu düşünüyorum ben.
Özgürce istediklerimizi söylemenin ağır bir cezası olacağını düşünüyoruz sanırım.
O yüzden kendimiz olmaktan korkuyoruz.
Bu ülkede kimsenin gerçekten istediği gibi yaşayamadığı fikrine kapılıyorum bazen.
Sanki hiçbirimiz kendimiz gibi değiliz…
Sonra da ölüyoruz.
Bazen öldüğümüzü bilmeden ölüyoruz…
Bu anlatacağım gerçek bir hikâye…
Belki daha önce anlattım size…
Afrika’da ava çıkan bir grup avcı diz boyu otların arasından dört ayak yürüyerek bir zebra sürüsüne yaklaşır.
Zebralar birilerinin geldiğini fark eder ama bakarlar aslana benzemiyor gelen, rahatlarını bozmazlar.
Avcılar zebralar arasından iri bir erkek zebrayı seçer ve avcılardan daha acemi olan nişan alıp ateş eder.
Daha usta olan avcı, merminin ete değdiğini duyar ama kafalarını kaldırıp baktıklarında bütün zebraların aralarında o iri erkek zebra da bulunan bütün grubun kaçıştığını görürler.
Usta avcı yaralı olduğunu düşündüğü erkek zebrayı vurmak için tüfeğini doğrultur…
Afrikalı iz sürücü “ateş etme”diye bağırır.
“Ateş etme, zebra öldü ama öldüğünü bilmiyor.”
Avcılar gerçekten biraz daha ilerledikten sonar zebranın ölüsünü bulurlar.
Afrikalı anlatır “kurşun kemiğe çarpsa hayvan olduğu yere yıkılır, ciğerine girse hemen kan kaybedeceğinden koşamaz ama sizin arkadaşın attığı kurşun kaburgaların arasından girip kalbini delerek geçti…Hayvan ne olduğunu anlamadı. Koşmaya devam etti…Kurşunu yediğinde ölmüştü ama fark etmedi.”
Bu hikâyeyi bizim hayatlarımıza benzetiyorum.
Sanki vurulup öldük ama bunun farkına varmadan yaşamaya devam ediyoruz.
Tek fark, seçtiğimiz hayatlarla kurşunu başkası değil biz sıkıyoruz kendimize.
Kendini vuran zebrayız biz.
Her kendimiz olmaktan vazgeçtiğimizde ölüyoruz, öldüğümüzü bilmeden…
Vuruluyoruz.
Zebranın vurulduktan sonra koşması gibi, nefes almaya yaşamak diyoruz ezberden…
Bazen kimim acaba diye merak ediyorum.
Ben kimim acaba…
O kim?
Öbürü kim?
Göründüğümüz insanlar mıyız?
Yoksa yaşamak istediğimiz hayatlardan vazgeçerek o hayatları öldürüyor muyuz?
Yürüyen ölüler miyiz?
Yaşadığını zannederken aslında öldüğünü bilmediğini düşünmek canımı acıtıyor benim.