O anneler sizi yenecek...

Haberin Devamı

Yolda bir polis görünce ürkmüyor musunuz? Ya da karakola düşerseniz, dayak yiyebileceğinizi düşünmüyor musunuz?

Generallerden korkuyor, devlet dairesine gittiğinizde horlanmıyor musunuz?

Kaymakamlar sizi azarlasa, hastanelerde itilip kakılsanız normal bulmuyor musunuz?

Hakkınızı yiyenlerin karşısına çıkıp hesap sorma gücünü elinizden aldıklarında, yalnız olduğunuza inanmıyor musunuz?

Bunların bazıları değişti biliyorum ama o tuhaf korku içimizde kaldı, onu da biliyorum...

Hâlâ polislerden, askerlerden, valilerden, devlet memurlarından ödü patlayan birçok insan var.

Korkuyoruz...

Korkmakta da haklıyız bana sorarsınız... Devletin hâlâ vatandaşlar üzerinde ağır, üstelik de haksız bir baskısı varlığını sürdürüyor.

İnandığı şeyi söylemek hâlâ insanın hayatını mahvedebilir bu ülkede...

Hakkını aramak hâlâ tehlikeli...

Dün 300. kez cumartesi anneleri Galatasaray’da toplandı. Gözaltına alınan ve bir daha haber alınamayan yakınlarını arıyorlar...

1995 yılında ilk kez toplanan cumartesi anneleri, 1999 yılına kadar 200 hafta her cumartesi Galatasaray Lisesi önünde bir araya geldi. O tarihten sonra da 10 yıl ortalarda hiç görünmediler.

Ta ki Ergenekon soruşturması başlayıncaya dek...

Tekrar umutlandılar... Yine toplanmaya, seslerini duyurmaya çalıştılar...

Sadece şunu istiyorlar:

Gözaltında kaybolan çocuklarının, eşlerinin, babalarının, annelerinin başına ne geldiğini öğrenmeyi ve sorumluların yargılanmasını...

Peki bizi korkutan, döven, ezen bu devlete karşı iktidar partisi bizi koruyor mu?

Bazen...

Çoğu zamansa, akıllarını kendi iktidarlarına taktırıp bizlere aldırmıyorlar...

Muhalefet partileri bizden yana mı?

Bizden yana görünümlü...

Ama onlar da iktidarın iktidarına akıllarını taktıkları için bizim dertlerimizle uğraşacak zamanı bulamıyorlar...

Hatta devlet iktidarı dövsün istedikleri için devletin ağırlığının artmasını destekliyorlar.

Bizleri devletin ağırlığı altında ezilmekten koruyacak en küçük bir girişimde bile bulunmuyorlar...

Basın, vatandaşı devlete karşı koruyor mu?

“Devlet vatandaşı ezemez” diye bir manşet görmüyorum ben pek, siz görüyor musunuz?

Basın da vatandaşın değil, devletin yanında...

Günlük politik itişmeler, partiler arasında atışmalar sürerken, ezilmekten, haksızlığa uğramaktan bunalan çok insan var...

Devletin vatandaş üzerindeki baskısının bitmesini istiyorlar. “Haksızlığa uğrayan hakkını arayabilmeli artık” diyorlar.

Bu ülkede çok haksızlıklar yaşandı, hâlâ “kayıp” yakınlarını arayan anneler yaşıyor, hâlâ yakınlarının başlarına gelenleri öğrenemiyorlar.

Devleti, siyasi iktidarı, muhalefeti, basını, kendilerini bu insanlardan daha değerli sanmaktan vazgeçmezlerse, annelerin çığlıklarına bigane kalmayı sürdürürlerse, sonunda öyle ortak bir çığlık patlayacak ki bu ülkede...

O sesin rüzgârından hepsi kökünden sallanacak.

O anneler, onların hepsini yenecek.

***


Nuri İyem ve babaannemin gözleri...

İstanbul’da İş Sanat Kibele’de ölümünün beşinci yılı nedeniyle “100 Koleksiyoncudan 100 Nuri İyem” sergisi var...

Hayatı boyunca sadece resim yaparak geçinen Nuri İyem’in “Anadolu Kadınları” tablosunu babaannemle dedemin salonunda görmüştüm ilk defa...

Çok küçüktüm.

Bütün duvarı kaplayan irili ufaklı birçok tablo asılıydı, ortalarında da o büyük gözlü kadının yüzü...

Beni babaannem büyüttü.

Kocaman iri gözleri vardı babaannemin...

Nuri İyem’in kadınlarının gözlerine benzerdi.

Bütün çocukluğum o evde geçti. Babaannemin ve Nuri İyem’in gözleriyle...

Sonra da o gözlerin peşini hiç bırakmadım.

İş Sanat’taki sergi, 90 yaşında ölen Nuri İyem’in 90 yıllık beyinsel ve renksel bir maceranın peşinde koşmasının, huzursuzluğunun, acısının, sevincinin renksel senfonisini izlemek gibiydi...

Biraz da çocukluğumda dolanmak gibi...

Resim haline gelmiş bir yaşama baktım o tablolara bakarken...

Babaannemi özledim...

Onun o siyah ve iri gözlerini...

***


Herşey değişiyor ama ya duygular!

Cuma günü yayınlanan “Türkiye değişiyor, dünya değişiyor, hiçbir şey 10 sene, 30 sene öncesiyle aynı değil” dediğim yazıma çok sevdiğim bir mail geldi:

“Duygular hep aynı Sanem Hanım” diye başlıyordu mail.

“Yazınızda otuz sene öncesiyle bugün arasında çok büyük fark diyorsunuz. Haklısınız ama düşünürseniz 3000 yıl öncesiyle de çok, çok, çok büyük fark var. Yani değişim hep var. Bence ilginç olan değişmeyen şeyler. Mesela kadınlar, erkekler, duygular... 3000 sene önce şiir var mıydı bilmiyorum ama varsa eğer duygusunun bugün yazılandan farklı olduğunu hiç sanmıyorum. Bence aşk, duygular hep aynı. Dolayısıyla değişen birşey yok.”

Ne kadar haklı değil mi?

Bence de değişimin değiştiremediği tek şey duygular...

Bence de 3000 yıl önce de insanlar birbirlerini sevince “Yalnız benim olsun, benimle eğlensin, başkasıyla gülmesin” diye tutturuyorlardı.

Şimdi de tutturuyoruz...

Eskiden de insanlar sevdikleriyle birlikte olunca herşey gözlerine güzel gözüküyordu, kar yağınca karı, güneş çıkınca güneşi, yağmur yağınca yağmuru seviyorlardı.

Şimdi de öyle...

Eskiden de insanlar sevdiklerinin kendisiyle yeterince ilgilenmediğini düşününce yağan kardan, yağmurdan, açan güneşten nefret edip ağlıyorlardı.

Şimdi de öyle...

Binlerce yıl önce de kadınlarla adamlar birbirlerine hayatı cehennem edebiliyorlardı..

Şimdi de ediyorlar...

Eskiden de insanlar aşkı kıskançlıklarıyla, kuşkularıyla, tedirginlikleriyle lekeleyip bozuyorlardı.

Şimdi de öyle...

Niye herşey değişti de bu duygular değişmedi?

Düşündünüz mü hiç?

Ben mail aldığımdan beri düşünüyorum...

Belki zaman ve mekan hiç değişmediği içindir...

Eskiden de insanlar belli bir süre yaşayıp yok oluyorlardı. Şimdi de öyle...

Eskiden de bu dünyanın üzerinde yaşıyordu insanlar. Şimdi de öyle...

Üzerinde yaşadığımız yer hep aynı... İçinde yaşadığımız zaman da...

Bu ikisi hiç değişmiyor.

Belki de bu yüzden duygularımız herşey değişmesine rağmen hiç değişmeden kalıyor.

Eğer gerçek böyleyse...

Duygular karmaşasını hiç değişmeyen mekan ve zaman yüzünden yaşıyorsak...

O zaman hâlâ bir ümidimiz var.

Uzayın genişliğine yayılmış yeni yaşam biçimlerinde, farklı duygular olabilir.

Aşklar yeni, daha önce bilmediğimiz duygularla yaşanabilir.

Belki de uzay aşkları daha mutlu olacak.

Ben, geleceğin bizim bilmediğimiz mutluklar vaat ettiğine inanıyorum doğrusu...

Belli mi olur?

Belki 10 seneye kalmadan bu da olur.

***


St.Antuan’daki Noel ayini...

Her sene

24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan gece Hristiyan alemi için Noel dedikleri, İsa’nın doğumunu kutladıkları gece...

Cuma gecesi Beyoğlu St. Antuan Kilisesi‘nde Hristiyanlar’ın Hazreti İsa’nın doğumunu kutladıkları ayine gittim.

Bu sene İsa’nın doğumunun 2010. yıldönümü.

Kilise beklediğimden daha kalabalıktı.

Çok fazla çocuklu aile vardı.

Teatral bir gösteri vardı ayinlerinde.

Saat 21.30’u biraz geçe, İsa’nın doğumunu canlandırıp bunu çanlar çalarak kutladılar.

Dualar ettiler, en sonunda da İsa’nın etini ve kanını sembolize eden ekmek ve şarap dağıtarak o anı kutsadılar...

Kilise korosu ilahiler okudu...

Bir ara Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan da geldi ayine.

Tören bitince de birbirlerini öpüp kiliseden ayrıldılar. Tören boyunca İsa’nın doğumunu kutlayan insanlara baktım. Çok azında kendine güvenin verdiği bir parlaklık vardı.

Kendi kiliselerinde kendi gecelerinde bile çekingendiler sanki...

Türkiye’de Hristiyan olmak, Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi olmak kadar zor işte...

Bunu hissettim...

DİĞER YENİ YAZILAR