Haberin Devamı
Sürekli bir hesaplaşma olan hayatın barış dönemleri sayılacak eğlenceli ilk baharlardan,coşkulu yazlardan sonra eylül, hep bir kendimizle yüzleşme vakti, içimizdeki derin izlerin peşinden gittiğimiz, biriktirdiğimiz ne varsa bir kez daha onunla karşılaştığımız bir zaman parçası gibi gelip girer hayatımıza.
Usulca sokulur...
Direnemeyiz...
Hayatımızı gözden geçirir, o hırpalayıcı soruları ardı ardına kendimize sormaya başlarız…
Bugünlerde ben şunu soruyorum kendime:
“Neden bazı insanlar sorunlarını çözemez, neden kesin kararlar veremez, değiştirmesi gerekenleri neden değiştiremez?”
Yeteri kadar istemediğinden herhalde diye düşünürüm sonra.
Çünkü insanın içindeki harekete geçmeye hazır enerjiyi bir eyleme dönüştürmek için çok kuvvetli bir “istek” gerekiyor sanırım.
Açlık gibi, aşk gibi, ihtiras gibi kuvvetli bir istek.
Yeteri kadar istemezsen, o enerjiyi harekete geçirecek kadar güçlü biçimde istemezsen, “biraz” istersen… o zaman isteyip de yapamamanın sıkıntısı başlıyor insanın ruhunda…
Bu sıkıntı insanı canını çok yakabilecek bir sıkıntı…
Kolayından aldırmayacağınız bir sıkıntı olmuyor...
İçimizdeki o hazır enerji uyuşturulmuş bir hayvan gibi hiçbir işe yaramadan uyudukça ,bir işe yaramamanın, eyleme dönüşememenin huzursuzluğuyla bizi intikamcı bir hortlak gibi kemirmeye başlıyor.
Herkesin hikayesi ayrı ama herkes hayatının bir döneminde önemli konularda karar vermek zorunda kalıyor.
Karar vermek belki de insanların en zor yaptığı iş, verilecek kararın büyüklüğüne göre zorluğu da artıyor.
Karar verdiğiniz anda birçok zorluğu, sıkıntıyı, size çok bildik gelen alışkanlıkları değiştirmeyi göze almanız gerekiyor.
Vereceğiniz kararla elde edecekleriniz “uzakta”, o kararla çekeceğiniz sıkıntılar hemen yanıbaşınızda.
Birçok insan, o karar anının sıkıntısını çekmemek için daha sonra elde edeceklerinden vazgeçiyor.
Bundan vazgeçmemek için “elde edeceklerine” duyduğun isteğin o kararı verip uygulayacak olan enerjini uyandıracak kadar güçlü olması lazım.
Birçoğumuz o karar “anının” sıkıntısını yaşamamak için geleceğinden, “ilerde” elde edeceklerinden vazgeçmeye razı oluyor.
Kararsızlığın içinde kendini bir yokoluşa teslim etmek çok daha sıkıntısız ve kolay gözüküyor çünkü
Böylece sorunları çözmeye gücü yetmeyen, kendi haritalarımızdan silinen insanlar oluyoruz...
Bazen merak ediyorum, bu kaçtığımız karar verme anının sıkıntısı nasıl bir sıkıntı olabilir ki bundan bir ömrü yakacak kadar kaçıyoruz?
Sanırım karar anının ve sıkıntısının çok yakın, o kararla elde edileceklerin çok uzak olması bize kararsızlığı seçtiriyor.
İnsani bir tepki bu aslında.
Sıkıntıyı kimse istemez.
Ama, o kararla ulaşmak istediğimiz geleceğin, “anın” sıkıntısını aşacak kadar parlak ve ışıklı görünmesi, o “geleceğe” ulaşmayı büyük bir istekle arzulamamız ancak o anın sıkıntısını göze almamızla olabiliyor...
Tabii, bizi zümrüdüanka kuşu gibi geleceğe taşıyacak olan o isteği besleyip büyütmek de elimizde, onu geleceğe ait hayallerle ışıktan bir şemsiyenin altına alabilir, ulaşmak için çıldırdığımız bir masal şehri gibi içimizde inşa edebiliriz...
Sonuçta yapacağımız tercih, bu anla gelecek arasında bir tercih.
Bu anın “somut gerçekliğinin” gücünü, geleceğin hayalleriyle yenmek, o hayallerle istemek ve karar vermek mümkün.
Hayal, bize ulaşmak istediğimizi, şu andaki “gerçek” kadar güçlü ve sahici gösterecektir çünkü.
Karar veremiyorsak, hayalini de kurmak istemiyoruz demektir.
Oysa ki düş en gerçek seydir...