Mutlu bir generalden kim korkar, kimse

Haberin Devamı

En çok pazartesi yazılarını yazarken zorlanıyorum. Çünkü pazar günü, hele de güneşli ılık bir günse, fevkalade anlaşılmaz bir neşe oluyor içimde...

Bilgisayarın başına oturduğumda aklıma iyi ve güzel şeyler geliyor sadece.

Ama ya “Pazartesileri asık yüzlü olmalıyız” gibi bir inanış var bilinçaltımda ya da bu ülkede ümitli olmak, iyimser olmak, seviçli olmak ayıp sayılır ya, onu aklımdan atamıyorum.

Türküm, gazeteciyim ve neşeliyim...

Çok tuhaf bir durum, biliyorum... Bundan ben de endişeleniyorum.

Burada değişmeyen moda; karamsar olmak, hep üzülmek ve “Ne olacak bu gidişin sonu?” diye yakınmak... Bu moda bazen canımı sıkıyor.

Dün pazardı.

Ben yine ümitli, neşeli ve iyimserdim.

Buna rağmen bugün için asık yüzlü bir şeyler yazmaya çalışıyordum.

Ama Pazartesi sabahı bütün ciddiyetiyle “Üzgün ve sıkıntılı ve ciddi ve vatanını kurtarmak isteyen ve akıllı ve milliyetperver ve ah canım okuyucular sizin dertlerinizi bütün yüreğimle paylaşıyorum, onun için ben de çok dertliyim” diyen bir yazarın yazısını okumaya hazırlanan okuyucuların, neşeli ve dertsiz bir yazarla karşılaşınca kızabileceklerini düşünmek bile beni asık yüzlü bir şeyler yazmaya ikna edemiyordu.

İnatçı ve neşeliyim.

Bu ülkede çok kötü şeyler olduğunu biliyorum ama bu ülkede iyi şeyler olacağına da inanıyorum.

Kötülükleri, bozuklukları düzeltmek için uğraşırken, iyi şeylere sevinmekten de korkmamak gerektiğini düşünüyorum.

Çok korkuyoruz, fazla korkuyoruz...

Mutlu olmaktan bile korkuyoruz.

“Ben mutluyum” diyen insana rastlamakta zorlanıyorum.

Ama bir şey itiraf edeyim mi, “Mutsuzum” diyenlerin pek çoğuna da inanmıyorum.

Mutsuzluğa, “şık bir pelerine sarınır” gibi sarınan pek çok insan var.

Nedense mutsuzluk daha “şık” ve daha “önemli” görünüyor onlara.

‘Önemli’ ve mutsuz insanlar...

Çok karizmatik oluyor böyle sanırım...

Zaten yakında bence, “mutsuz” kelimesi bir statü belirtecek.

“Önemli ve mutsuz valimizi sahneye davet ediyorum” ya da “Önemli ve mutsuz sanatçımız ödülünü almak için sahneye geliyor” gibi...

Bizler de “Oo mutsuzmuş, çok başarılı bu adam demek ki” diyeceğiz...

Bir arkadaşıma sordum:

“İnsanlar mutlu görünmekten neden çekiniyorlar?”

O da bana bir soru sordu.

“Mutlu bir generalden kim korkar sence?”

Cevap, kimse...

Korktuğumuza saygı gösteririz biz.

En saygıdeğer meslekler arasında yaratıcı meslekler pek yoktur mesela.

Yaratıcı olanları değil, yaptırımı olanları saygıdeğer buluyoruz.

Bir adam mutluysa, gülümsüyorsa ondan korkmayız, korkmuyorsak da saygı duymayız.

Bir adam asık suratlıysa, mutsuzsa ondan korkarız, korkuyorsak da saygı duyarız.

Bugün pazartesi...

Ben mutluyum.

Mutsuz olan “önemli” insanlara da sırf mutsuz ve önemliler diye saygı duymuyorum.

Bu da mutluluğumu arttırıyor.

***


Libya bombalandıkça insanlar ölüyor, hisse senetleri yükseliyor

Ortadoğu’da halk ayaklanmaları ardından Libya’ya müdahale başladığından beri, merak ediyorum “Silah sanayii bu işten kaç lira kazanıyor” diye?

“Eyvah petrolü ele geçiriyorlar, bu, petrol kimin olacak savaşı” dendikçe, “Peki silah üreticileri ne kazanıyor bu işten?” diyordum. Tam da cevap alamıyordum.

Dün Radikal gazetesinde “Libya’ya müdahale başladığından beri 6 büyük silah üreticisinin değeri 2 milyar dolara yakın arttı. Fransız şirketleri de ilk sırada” başlığını görünce, heyecanla haberin devamını okudum.

Çünkü, geçen gün hisse senedi piyasasında çalışan bir arkadaşım anlatmıştı, silah, füze ve savaş uçağı firmalarının hisse senetleri Libya saldırısıyla birlikte yükselişe geçmiş. Amerikalılar tarafından 19 Mart’ta Libya’ya karşı 124 tane Tomahawk füzesi fırlatılınca, aynı gün Tomahawk üreten firmanın hisse senedi 42 dolardan 53 dolara fırlamış.

O yüzden haberi büyük bir ilgiyle okudum.

En büyük 10 silah üreticisinin birincisi Boing şirketi.

Şirketin bir haftada hisse senetleri %6,1 artmış. 400 milyon dolar kazanmış.

İngiliz Bae System, 397 milyon dolar kazanmış.

Kanadalı Bombardier, 251 milyon dolar...

İtalyan Fnmeccanica 243, Fransız Thales 409 ve Dassault 324 milyon dolar kazanmış.

Libya’yı bombalamak isteyen, NATO’yu harekete geçiren, bu işin başını çeken Fransa... Sarkozy.

Bu işten en karlı çıkan yine Fransız şirketleri. Üstelik Dassault’nun en önemli müşterilerinden biri Kaddafi’ymiş. Kaddafi’ye Mirage uçağı satıyormuş.

Bir de Ruslar denizaltı, tank, helikopter satışı yapıyorlarmış Kaddafi’ye.

Libya’ya saldırı başladığı zaman Rusya Başbakanı Putin bunu Haçlı Seferleri’ne benzetmişti. Devlet Başkanı Medvedev bunu eleştirmişti.

Sarkozy buna aldırmamış, bombalamaya devam demişti.

Ama ikisi de Kaddafi’ye bir yandan da silah satıyorlarmış.

Netice-i kelam...

İnsanlar ölüyor, hisse senetleri yükseliyor.

***


Kaddafi’nin oğlunun Türk sevgilisi ne de güzel konuşuyor..

Dün Sabah gazetesinde, Müjgan Halis‘in Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam ile yaşadığı aşkı anlatan Ebru Şancı ile yaptığı röportajı okudum.

Gerçekten harika işti.

Ebru Şancı‘nın yaşadıklarını anlatırken kullandığı dil, hem şaşırtıcı derecede dürüst geldi bana hem de “Yoksa hayalgücü geniş bir arkadaşı mı dinliyoruz şu an?” endişesi yarattı.

Fakat ne olursa olsun anlattıkları gerçekten ilginç:

- “Bütün varlığımı Saif’e borçluyum. Arabamı, evlerimi...”

- “Aramızda biliyorum ki, gerçek bir sevgi bağı yoktu.”

- “Bahçelievler’den çıkıp İtalya’da, Monaco’da, Fransa’da gezmek başımı döndürdü.”

- “Okul paralarımın hepsini ödedi. Regent College’ın o zaman yıllığı 60 bin pounddu.”

- “Saif’in iki kaplanı vardı George ve Tony. Bush ve Blair’den hareketle.”

- “Kaddafi ile tanıştım. Saif’in annesi Safiye çok modern bir kadındı. Kaddafi ondan korkardı.”

İnsan bu filmin devamını izlemek istiyor doğrusu...

***


Yönetimler kavga ediyor Alex diplomasi yapıyor!

İki gün üst üste futbolla ilgili yazmak istemiyordum ama cumartesi gecesi Alex de Souza‘yı NTV‘de izleyince fikrimi değiştirdim.

Çünkü sahada bu kadar hünerli olan bir adamın, konuşurken de tıpkı sahadaki gibi telaşsız ve zeka dolu olması beni etkiledi.

Genellemeleri pek sevmem ama iyi aile babası erkeklerden kötü adam olmuyor galiba gerçekten.

Alex de çok sıcak ve sevimliydi.

Öncelikle ne söyleyeceğini... Hangi ölçüyle söyleyeceğini bilmesi... Söylediğine olan güveni artırıyordu.

O yüzden cevaplarını ilgiyle izledim... Ellerini, gözlerini, sesini takip ettim soruları cevaplarken.

Ve söylediklerine inandım.

Ta ki şu soruya kadar...

Rıdvan Dilmen Türkiye’de en beğendiği yerli ve yabancı oyuncuyu sordu. Alex hiç düşünmeden Selçuk ve Jaja dedi.

İkisi de Trabzonsporlu.

Emre Belözoğlu, Gökhan Gönül, Volkan Demirel, Mehmet Topuz değil ama Selçuk İnan...

Kendi takımındaki Niang, Santos, Lugano değil de Jaja...

Gerçekten inandığını söylüyor gibiydi ama ikisinin de Trabzonlu olması beni biraz düşündürdü.

Futbol dünyasına yakışacak bir komplo teorisi ürettim.

Katılır mısınız bilmem?

Alex akıllı bir futbolcu. Kötü oynadığı zamanlar dışında hiç sinirlendiğini, kontrolsüz güç sergilediğini görmedim.

Aynı aklı soruları yanıtlarken de gösterdi bence.

Ve Sadri Şener‘in suçlamaları ve Şekip Mosturoğlu‘nun yanıtları yüzünden Trabzon’la aralarında yükselen gerilimi azaltmak için, bilinçli olarak bu cevapları verdi.

Gerilimden beslenerek motive olan Türkleri çok iyi tanığı için, ortamı yumuşatıp Trabzonspor’un Fenerbahçe’ye karşı kabaran iştahlarını azaltmak istedi.

Fenerbahçe şampiyonluğa doğru ilerliyor. Pürüz istemiyor...

Alex’in bu cevabı gerçekten çok akıllıca...

Ne dersiniz?

DİĞER YENİ YAZILAR