Haberin Devamı
Geçen gün Kerem’le (Altan), başbaşa çok güzel, çok sakin bir öğleden sonra geçirdik.
Bana hayvanları anlattı uzun uzun.
Köpeği Cuma’nın maceralarını ve belgesellerde seyrettiği hayvanları.
Ve o alaycı tebessümüyle, ‘ insanlar mükemmel insan diye birşeyin peşinde koşuyor ya, mükemmel diye birşey varsa, mükemmel insan hayvandır’ dedi.
Doğadaki o tekdüze ama mükemmel düzeni söylüyordu…
Her hayvanın kendisine verilen role hiç sorgusuz uymasını, doğanın ritmini asla aksatmamasını…
Tek tek mükemmel olmaları önemli değildi, bir parçası oldukları düzen mükemmeldi.
Bir mükemmelliğin parçası olmayı içgüdüleriyle benimsemeleri onları da mükemmel yapıyordu.
İnsanlar onlar kadar mükemmel olamıyordu ne yazık ki.
Çünkü insanlar sadece içgüdüleriyle davranmıyorlardı.
Akılları vardı, düşünceleri vardı, duyguları vardı, ihtirasları vardı ve doğanın işleyişindeki tekdüze mükemmelliğin parçası olmalarına engeldi bütün bunlar.
Aslında insanlar, doğaya bir şeyler katabilecek yetenektiydi.
Bunun bedeli de doğanın mükemmelliğinden kopmak, çeşitli zaaflara ve hastalıklara sahip olmaktı…
Üzerine kitaplar yazılacak bir çelişki değil mi?
İnsanların hem doğanın bir parçası olmak, hem de o doğayı değiştirmek istemek gibi garip bir rolleri var yeryüzünde…
Parçası oldukları doğayı değiştirip geliştirdiklerinde, aslında parçası oldukları bir düzeni de bozmuş oluyorlar…
Parçası oldukları düzen bozulduğunda da kendileri de bozuluyor kaçınılmaz olarak.
Mükemmellik bozuluyor.
Zaaflar, acılar, ihtiraslar çıkıyor ortaya.
“Hayvanlar kadar mükemmel olsaydık doğa hiç değişmezdi, biz de hala mağaralarda yaşardık” dedim Kerem’e.
“Doğru” dedi Kerem, “belki mağaralarda yaşardık ama akıl hastaneleri, hapishaneler, kışlalar da olmazdı.”
Mağaralardan çıkmanın, doğaya hükmetmenin getirdiği bedeldi bu herhalde.
Biz doğayı değiştiriyorduk, karşılığında da acı çekiyorduk.
Garip bir alışverişti bu doğrusu.
Ya mağaralarda kalıp, sadece içgülerinle yaşayarak bir “içgüdüler imparatorluğu” olan doğanın parçası olmayı kabullenmek ya da o doğaya hükmetmek, onu geliştirmek ama mükemmellikten uzaklaşmak ve bunun bedelini çeşitli bozulmalarla ödemek.
“Bu herhalde bir geçiş dönemi olmalı” dedim, “insanlar herhalde yeni bir mükemmelliğe ulaşacaklar.”
“Ama yol çok uzun ve çok acılı” dedi Kerem.
“Bu bedeli daha hafifletmenin de bir yolunu aramalıydı insanlık.”
“Arıyor ama bulamıyor” dedim.
“Bulana kadar da dünyada sadece hayvanlar mükemmel olacak işte” dedi.
Hayatın mükemmel olmadığında ama mükemmelliği aramanın da çok eğlenceli bir yanı olduğunda fikir birliğine vardık sonunda.
Doğa mükemmeldi…
Ama insanlar da bütün acılarına rağmen sürprizli ve eğlenceliydi…
Kerem ‘bence mükemmel insan hayvandır’ dedi gülerek tekrar…
Ve yeniden konuşmaya başladık…
Sakin ve huzurlu bir öğleden sonraydı…