Hayatımız kuşatıldı sanki...
Wikileaks belgeleri, Twitter kavgaları, televizyon tartışmaları, köşe yazarı itişmeleri...
Süs köpeklerine oynasın diye küçük tenis topları verirler ya hani, köpek alır o topu dişlerinin arasında ezer büzer, sıkar, ısırır...
Top bir süre sonra topluktan çıkar, bir paçavraya döner.
Bizim ülkede kavramlar ve değerler de süs köpeklerinin
toplarına benzedi bu kavgalar yüzünden. Hepsi paramparça.
Çevremiz, bir fikre inandığı için değil, duygularına yenik düştüğü için savaşanlarla doldu.
Bütün kavramların, bütün değerlerin içini boşaltıp, posasını “yazı” diye yazıyorlar, kavramları dişleyip dişleyip, kendileri gibi fersude bir paçavraya dönüştürüyorlar.
Maskeli çete gibiler...
Bazen ilerici, bazen gerici, bazen demokrat, bazen muhafazakâr, bazen asker, bazen imam oluyorlar...
Kim olduklarını anlamak zor.
Ama geçecek biliyorum...
Elinizde bir fenerle, içine yıllardır kimselerin giremediği karanlık bir mağara önünde durduğunuzu düşünün.
Aniden elinizdeki ışıkla mağaraya dalsanız, içeride ışıktan rahatsız binlerce yarasa, binlerce yılan çılgınca ortalığa fırlayıverir.
Bir anda ödünüz patlar, bütün dünyanın bu korkunç yaratıklarla dolu olduğunu sanırsınız.
Kendinizi mağaradan dışarı atıp aydınlığa çıkmak istersiniz.
Ama eğer o karanlık, pis mağarayı temizleyip
aydınlatmak isterseniz, o zaman bir süre o karanlığa,
o pisliğe, o kokuya, üzerinize gelen tuhaf yaratıklara
dayanmak zorundasınız.
Bence de dayanmalıyız...
Çünkü biliyorum...
Dünya ve Türkiye değişiyor...
Bu değişimi durdurmaya, ne onların derme-çatma bilgileri, ne köpürmüş duygu dünyaları, ne de sağa-sola saldıran cılız kalemleri yeter..
Futbol Tanrısı Mourinho’ya ‘ceza’ verdi
Pazartesi gecesi, kadınların sayısının daha fazla olduğu bir dost grubu ile El Clasico’yu izledim...
Pazartesilerin favorisi bazen “Ezel” bazen “Türk Malı” olmasına karşın, Mourinho’nun şampiyonlar şampiyonu Barcelona’ya karşı ne yapacağını seyretmek hepimizi daha fazla heyecanlandırıyordu.
Ne maçtı ama...
“Onların oynadığı futbolsa Türkiye’de gördüğümüz ne?” diyorlar ya, gerçekten haklılar.
Barcelona gibi bir takımın nasıl kurulabildiğini, bu kadar iyi oyuncuların nasıl yetiştiğini anlamak kolay değil
bizlerin bilgisiyle.
Üstelik Barcelona kadrosundaki 11 oyuncunun 8’inin, Messi dahil, altyapıdan yetiştiğini öğrenince, şaşkınlığım
iyice arttı. Demek ki, iyi futbolcu olmak için yetenek yetmiyor.
Altyapıda kazanılan temel bilgiye, teknik direktörün kazandırdığı güce ve futbolcudaki analitik zekâya sahip olmak da gerekiyor.
Real Madrid 14 haftalık bir yeni ekip.
Barcelona’ya karşı bu ‘yenilik’ çok önemli zaaf oldu bence.
Çoğunluğun kibirli bulduğu, benim sahaların dehası olduğuna inandığım Jose Mourinho’nun düştüğü duruma üzüldüm o gece... Hem de çok...
Özellikle 3. golden sonra, bacak bacak üstüne atmış kibirli adam gitti, yerine yüzünün rengi kararmış, gözlerine yenilginin öfkesi yerleşmiş, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen çökmüş bir adam geldi. Bir an evvel Camp Nou’dan kaçmak istiyordu sanki.
Sanki takımının yenilgisi değil de egosunun hırpalanması onu öfkelendiriyor gibiydi.
Real Madrid değil Jose Mourinho yeniliyordu.
Porto ve Inter’le iki kere Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanan Mourinho o geceye kadar hiç 5-0 yenilmemiş,
biliyor musunuz.
Maçta alışılmamış şeyler de oldu...
Cristiano Ronaldo, Barcelona Teknik Direktörü Guardiola’yı itekledi.
Bir oyuncunun rakip teknik direktörle fiziksel temasa girmesine pek sık rastlanmaz futbolda.
Ronaldo kaybetmeyi hiç sevmiyor, Madrid’de Ronaldo’yla yaptığım röportajda, yenildikleri maçlardan sonra evine kapandığını, kimseyle görüşmediğini, hatta ağladığını söylemişti.
Çocuksu bir hırsı var.
Mourinho’nun kibiriyle onun tahammülsüzlüğü birleşince...
Futbol Tanrısı onlara bir ceza vermek istedi.
O gece sanki futbolun dışında bir şeyler oldu bana sorarsanız...
Mourinho’nun büyüsüne kapılıp Guardiola’ya haksızlık etmek istemiyorum ama bu işin rövanşı ağır olur gibime geliyor.
Afgan savaşı böyle izlenir
National Geographic kanalını seyreder misiniz? Ben de, son beş-altı aydır seyrediyorum.
Gerçekten ilgi çekici şeyler var.
12 Aralık’ta, bu pazar değil haftaya pazar, Restrepo filmini yayınlayacaklar.
Film, 2007- 2008 yılları arasında Korengal Vadisi’nde görev alan askerlerin hikâyelerini, onların gözüyle ve onların
kelimeleriyle anlatıyor.
Nesi mi ilginç bu filmin?
Korengal Vadisi, Afganistan Savaşı’nın en tehlikeli cephelerinden biri ve en sıcak çatışmalarının yaşandığı yer.
Doğu Afganistan’da Amerikalılar’ın başını çektiği mücadelenin üssü konumunda.
Afganistan’da gerçekleşen çatışmaların beşte biri bu bölgede gerçekleşmiş.
Bugüne kadar elliye yakın Amerikalı asker bu bölgede ölmüş.
Taliban, 2005’te önce pusuya düşürdüğü 4 ABD komandosundan 3’ünü öldürmüş. Ardından yardıma gelen helikopteri de düşürüp 16 komandoyu yine bu vadide öldürmüş.
İşte bu askerlerin hikâyelerini anlatıyor film.
Hâlâ ilginç gelmedi mi?
O zaman şöyle söyleyeyim: Wikileaks de Afgan savaşının belgelerini yayınlamıştı...
Şimdi ilginizi çekti, değil mi?
Wikileaks yayınlayınca insan Afganistan Savaşı’nı bile merak ediyor...
Ateizm yasaktır
Dünya çapında ateizmin en hararetli savunucularından, İngiliz asıllı ama uzun zamandır hayatını ABD’de geçiren gazeteci-yazar Christopher Hitchens ve gençlik yıllarından beri kiliseye giden koyu bir dindar olduğunu bildiğimiz, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra da Anglikan Kilisesi’ni bırakıp katolikliğe dönen eski İngiltere Başbakanı Tony Blair 27 Kasım’da “Dinler iyilik getirdi mi?” tartışmasını biletli 2 bin 700 kişinin önünde tartıştı. Dünya şimdi bu tartışmayı tartışıyor. Biz tartışma dışıyız... Çünkü ülkemizde, koyu müslümanlık yasaktır ama ateistlik kesin yasaktır... Ne dersiniz?
Av Mevsimi başlıyor...
Yavuz Turgul’un altı yıl aradan sonra yazıp yönettiği, bizlerin merakla beklediği yeni filmi “Av Mevsimi” bugün vizyona giriyor.
Film polisiye...
Bir cinayet, üç polis var...
Polislerin, cinayeti çözerken aslında kendi ‘hayatlarını’ çözmelerini anlatıyor.
Şener Şen, Cem Yılmaz, Melisa Sözen, Çetin Tekindor, Okan Yalabık...
Filmin kadrosu gerçekten bir filmi tek başına çekici kılabilecek türden.
Filmde Şener Şen “Avcı” lakabıyla tanınan Ferman adlı bir polisi, Cem Yılmaz teşkilata yeni alınan “Deli” lakaplı polis İdris’i, Okan Yalabık Hasan adlı çömez bir polisi, Melisa Sözen Cem Yılmaz’ın oynadığı karakterin karısını, Çetin Tekindor da zengin bir iş adamını oynuyor.
Seyreden sinema yazarlarının eleştirilerini okudum. “Filmin sonu, baştan hemen tahmin ediliyor” diye eleştiriyorlar, Cem Yılmaz’ı ise çok övüyorlar.
Sonra, Milliyet Sanat’ta, Asu Maro’nun Yavuz Turgul ve Şener Şen’le yaptığı röportaj aklıma geldi. Yavuz Turgul’un “Av Mevsimi klasik bir polisiye. Belki tek farkı, biliyorsunuz polisiyenin ustaları merakı sonuna kadar götürür. Biz bu yolu izlemedik, biz cinayeti kimin işlediğinden çok, o cinayetin ruhlarda yarattığı etki üzerinde durmayı tercih ettik” dediğini hatırladım.
Sinema yazarlarının yönetmenleri tanımaması, filmde ne anlatmak istedikleni bilmemesi ne tuhaf...
Sanki bizlerden tek farkları, filmi seyredip sonra da beğenmediklerini yazmaları...
Yönetmeninin “Özellikle merakı son ana bırakmadık, çok yapılan birşeydir, ustalık ister, biz cinayetten etkilenen ruhları anlattık” demesine rağmen, sinema yazarlarının “Sonu baştan belliydi” eleştirisi, bana komik ve acıklı geldi doğrusu...
Neyse, film bugün başlıyor...
Seyredip kendimiz karar verelim...