Maliye Bakanı niye öyle dedi?

Haberin Devamı

Oldum olası benim adıma bir şey düşünülmesinden hoşlanmam. “Senin için iyi olacağını düşündüm”diye başlayan cümleler tüylerimi diken diken eder.

Ben herkes dürüstçe kendini düşünse daha memnun olurum.

Çünkü ‘habersiz iyilik’lerden bir iyilik çıktığını daha pek görmedim.

En son Maliye Bakanı bizlere iyilik yaptığını açıkladı: “Sizin sağlığınız için içkiye zam yaptık ki içmeyin, çok sağlıklı olun...”

Bu açıklamadan hoşlanmadım...

Bu açıklamayı dürüst de bulmadım...

Bakanın bizleri çok akıllı bulmaması da canımı sıktı doğrusu...

Babamın ben çocukken anlattığı bir hikâye geldi aklıma...

İngiltere’nin en şaşaalı devirlerinden Kraliçe Viktorya döneminde başbakanlık yapan Benjamin Disraeli, Parlamento’ya ilk kez girdiğinde 33 yaşındaydı. Gençliğinde edebiyata merak sarmış, hatta yirmi iki yaşındayken yazdığı “Vivian Grey” isimli ilk romanıyla bir başarı da sağlamıştı.

Disraeli Yahudi kökenli bir aileden geliyordu. Ama çocukluğunda Anglikan olarak vaftiz edildiği için de politikaya atılma yolu kendisine açılmıştı.

Disraeli gösterişli bir şekilde konuşmaya meraklıydı. Avam Kamarası’ndaki ilk konuşmasına gayet sert başlamıştı.

O dönem İngiliz Parlamentosu’nun uzun yılların içinden süzülmüş bir geleneği vardı, yeni bir üyenin ilk konuşması hem iktidar hem de muhalefet tarafından ayırım gözetmeksizin alkışlanırdı.

Ama Disraeli’nin oldukça fiyakalı ve sert başlayan konuşması bir anda geleneği alt üst etmişti.

Disraeli elini beline koymuş bağırıyordu:

“Maliye Bakanı’nın bir elinde Kraliçe’nin mührü...”

Salondan yuh sesleri yükseliyordu. İktidar ve muhalefet üyeleri bir ağızdan yuhalıyorlardı hem de:

“Kes sesini!”

Disraeli konuşmasını sürdürmeye çalışıyordu:

“Maliye Bakanı’nın bir elinde Kraliçe’nin mührü...”

Salondakilerin dinmeyen tepkileri yüzünden Disraeli konuşmasını bitiremeden salondan çıktı. Kuliste tek başına sıkıntılı sıkıntılı dolaşırken yanına yaşlı bir parlamenter yaklaştı:

“Kutlarım sizi, nasıl becerdiniz bilmiyorum ama bir geleneği altüst ettiniz... Yalnız bir şey aklıma takıldı... Maliye Bakanı’nın bir elinde mühür var da öbür elinde ne vardı?”

Ben de o yaşlı parlamenter gibi merak ediyorum. Bizim Maliye Bakanı’nın bir elinde içki şişelerine yapıştırılmış zam var da, öbür elinde ne var?

***


Kılıçdaroğlu bile kendi üslubundan memnun değilmiş!

Uzun zamandır hayretle izlediğim CHP’nin kaba tavrının nedenini merak edip duruyorum.

Kaba olmak... Kibar olma şansımız olduğu halde, kibar olmayı tercih etmeme hali gibi gelir bana hep. Kabalık tek başına doğamızda yoktur sanki.

O yüzden kaba insanların öyküsünü merak ederim, “Neden kibar olmayı seçmiyor acaba?” diye...

CHP’yi yöneten insanları da merak ediyorum o yüzden. Kemal Kılıçdaroğlu’nda parti başkanı olduktan sonra gözle görünen bir üslup değişikliği var. Argo kelimeler kullanmaktan hiç çekinmiyor. Kendisinin bu kadar kaba bir insan olamayacağı gerçeğini bile unutmuş gibi... “Parti kararı mı bu acaba?” diye sorup duruyordum etrafıma ben de. Bu tuhaflığın bir sebebi olmalı çünkü.

Dün Mehmet Ali Birand’ı okurken soruma cevap buldum. O da aynı şeyi merak etmiş ve Kılıçdaroğlu’na sormuş.

Kemal Kılıçdaroğlu “Emin olun, ben de kendi üslubumdan memnun değilim” demiş. Birand, Kılıçdaroğlu’nun teşkilat baskısı yüzünden böyle değiştiğini yazmış. Bu bekleniyormuş ondan. Umumi arzu üzerine kabalaşabilir mi bir insan?

Teşkilatının belki böyle bir arzusu vardır ama bir de bizim gibi, ondan ciddiyet ve nezaket bekleyen, bir ümit yaratmasını samimiyetle isteyen insanlar var.

Keşke, bir de bizim gibilerin arzusuna uymayı denese. Belki kendisine öylesinin daha çok yakıştığını da fark eder.

***


KIYAFET İÇİN 286 GÜN HARCANIR MI?

Milliyet’ten Songül Hatısaru, yine çok ilgimi çeken bir haber hazırlamış. Kadınların evden çıkmadan önce ne giyeceğine karar vermek için harcadığı zaman, hayat boyunca 286 günü buluyormuş. Dünyadaki tüm iş kadınları şimdi bu zamanı kaybetmemek için her ay belli sayıda kıyafet giymeye karar vermişler. Ayda birbiriyle uyumlu altı kıyafet, aslında yetiyormuş.

***


Bu Tugay, Galatasaray’ın başına geçer

Geçen akşam TRT’de Hagi ile ilgili bir belgesel izledim. Gördüğüm en kötü prodüksiyonlardan biriydi ama Hagi’nin futbol dehasını anlatan önemli bir arşivdi.

Bu kalitede bir futbolcunun, teknik adam olarak tekrar G.Saray’a gelmesi beni yine heyecanlandırdı açıkçası.

Ama geçen haftaki F.Bahçe derbisini izledikten sonra Hagi’yi değil de, Tugay Kerimoğlu’nu merak etmeye başladım. Saha kenarında seyrettiğim Tugay’dan çok etkilendim çünkü. Hayatında ilk kez antrenör olarak bu seviyede sahaya çıkmasına rağmen, dikkat çekici özellikler sergiledi.

- Kulübedeki cool hali: Hagi’nin egosunun ne kadar yüksek olduğunu futbol seven herkes bilir. Tugay’ın Hagi ile iletişimi olağanüstüydü. Kafa kafaya vererek oyunun gidişatını değerlendirdiler. Tugay sürekli uyarılarda bulundu, onun bu uyarıları yapmasından daha ilginç olanı Hagi’nin de bunları can kulağı ile dinliyor olmasıydı.

- Takıma hakimiyeti ve iletişimi: Sadece Hagi ile değil, sahadaki G.Saraylı futbolcularla da yakın bir ilişkisi vardı. Herkesi uyardı ve işaret diliyle ne yapmaları gerektiğini gösterdi sık sık. Yani takım üzerindeki etkisi bir yardımcı antrenörden çok daha fazlaydı.

- Enerjisi: İlk oyuncu değişikliği yapılırken F.Bahçe kalesinin arkasında ısınan G.Saraylı yedeklerin yanına bir koşuşu vardı ki, gören oyuna Tugay girecek sanabilirdi. Onun kenarda sergilediği bu dinamizmin futbolcuları olumlu etkilediğini düşündüm. Ne de olsa Rijkaard’ın yardımcısı Neeskens’ten 20 yaş daha genç tabii.

- Yol göstericiliği: Sabri maçtan sonra sahanın ortasında kendi taraftarlarına üçlü çektirirken, abartmamasını söyleyip onu uyaran ve soyunma odasına götüren de Tugay’dı. Hem babacan gözüküyordu bunu yaparken, hem de otoriter...

- Tribünle ölçülü iletişimi: Yine maç sonrası G.Saray taraftarı onu “Büyük Kaptan” tezahüratıyla yanına çağırdığında, çok soğukkanlı ama çok sıcak bir vücut diliyle hem taraftarı memnun etti, hem de bir teknik adam kadar ölçülü kalmayı bildi.

Bütün bunlar bana Galasaray’ın aradığını teknik adamı bulduğunu düşündürdü. Etrafımdaki herkes, F.Bahçe derbisinin taktiğini Tugay’ın verdiğini söylüyor. O kadarını bilemem. Ama, Tugay’ın ilk sınavında takımına ve hocasına büyük katkı yaptığını, yüksek bir profil çizdiğini gördüm.

Premier Lig’de 10 sene futbol oynamış tek Türk olan Tugay’ın, yakın gelecekte G.Saray’ın başına geçeceğini ve o koltuğa çok yakışacağını düşünüyorum.

Adnan Polat, Hagi-Tugay seçimiyle başkanlığı dönemindeki en doğru kararlardan birini aldı.

Ama burası Galatasaray... Bekleyip görelim...

***


İstanbul’u bu kitapla keşfedin

Beyoğlu’ndan Tünel’e doğru indiğinizde Tünel Meydanı’nda güzel bir bina vardır, Bilsar Binası...

Bilsar... Hani şu beyaz gömlekleriyle ünlü marka. Ama Bilsar, bünyesinde öyle fazla bilmediğiniz, ummadığınız zenginlik barındırıyor ki, öğrendikçe şaşıyorsunuz...

Geçen gün Galata’da -uzun zamandır gördüğümde bu kadar etkilendiğim bir ev olmamıştı- yeni evine taşınan bir arkadaşıma akşam yemeğine gittim. Evde gördüğüm herşeye bayıldım. Zevk sahibi bir insandan her zaman yeni şeyler öğrenebilirsiniz.

O insanlarla birlikteyken, bilmediğiniz bir dünyadan bir başka bilmediğiniz dünyaya salınır durursunuz... İşte tam da böyle oldu...

Çok beğendiğim sehpanın üzerinde bir kitapçık duruyordu: “İstanbul Keşif Rotaları.”

“Bu kitap sayesinde yaptım evi” dedi arkadaşım. Kitaba uzandım. Bilsar’ın bir yayını. 166 tane bağımsız, nevi şahsına münhasır mağaza ve onların hikayesini anlatıyor.. Hiç bilmediğiniz bir İstanbul var o kitapta... Ne dükkanlar var inanamazsınız...

Önsözünde şöyle yazıyor:

“Bu kitap yeknesaklığa, zincir mağazaların dikte ettiği yapay kaliteye, sürü gibi aynı şeyleri yapmaya karşı bir manifesto...”

İnanın seçmekte zorlandım. Kafeleri, butikleri, kitapçıları, sizin keşfinize bırakıyorum.

İşte benim seçtiklerim:

- Özen-iş Taş atölyesi. The House Cafe’lerin dekorunun yaratıcısı Autoban’ın çok sık kullandığı tarihi motifli süslü çini yer taşları ustası. Ortaköy’de.

- Donutstore Graffiti Shop. Duvarlarınızı siz renklendirmek istiyorsanız, İtalyan Stefano Gilij’in açtığı Pangaltı’daki dükkan. Sprey boyada sınır tanımıyormuş.

- Saat tamircisi Recep Usta. El yapımı mekanik saat tamirinde ender isimlerden biriymiş Recep Usta. Randevu alarak gitmeniz gerekiyor. Çarşamba ve perşembeleri çalışmıyor. Taksim’de.

- DeForm. Müzik Dükkanı. İkinci el soul, R&B, grunge, new wave ve daha yüzlerce plak. Galatasaray’da. “Keyfekeder açık” diye not düşülmüş, ona göre.

- Netses. Gramofon ve pikap tamircisi. Radyo da tamir ediyorlarmış. İkinci el satış da yapılıyormuş. 48 yıllık tamir atölyesi. Galata’da. Pazarları kapalı.

- Eskici Dükkanı Tamircisi. Antika tamiri deyince ilk akla gelen isim. Özellikle porselen, seramik ve ahşap antikaların restorasyonu konusunda. Üsküdar’da. Pazarları kapalı. Eski eşya satın almıyor.

DİĞER YENİ YAZILAR