Yöneticilerde ortak bir sendrom göze çarpar: “Ben her şeyi herkesten daha iyi bilirim” hastalığı.
Bu, yöneticilerin yönettiği adam sayısı arttıkça daha da yoğunlaşan bir hastalık.
Aynı hastalık çoğumuzda olduğu gibi Tayyip Erdoğan’da da var.
Erdoğan da her şeyi herkesten daha iyi bildiğini inanıyor.
Ve her şeyi herkesten daha iyi bilmiyor. Zaten bilmesi de mümkün değil...
Tayyip Erdoğan tüm siyasi rakiplerinden daha fazla demokrat sözler söylüyor.
Tayyip Erdoğan tüm siyasi rakiplerinden daha fazla acımasız sözler söylüyor.
Tayyip Erdoğan’ın bu belirsizliği yüzünden pek çok insan ona oy verse bile, onun anayasa, Kürt sorunu gibi ülkeyi demokratikleştirecek konuları çözebileceğine inanmakta zorlanıyor.
Tayyip Erdoğan’ın eline bir fırsat geçti şimdi... Bu güven bunalımını sonsuza kadar tarihe gömebilecek bir fırsat bu...
Kürt sorununun çözümüne yaklaşılmış olması...
Bütün bu göz gözü görmeyen sis bulutu, anlamsız fırtına, çözümsüzlük görüntüsü, çözüme olan yakınlığımızdan aslında...
Çözümden korkanlar ortalığı toza dumana boğuyorlar.
Türkiye’nin demokratikleşmesini istemeyenler Erdoğan’ın inandırıcılığını kaybetmiş olmasını müthiş bir sahtekârlıkla sömürüyorlar.
Erdoğan’ın Kürtler konusunda yeniden inandırıcı olabilmesi için tek bir yolu var artık.
Bu sorunu çözmek... Çözebileceğini ima etmek değil...
Çözmek...
Cengiz Çandar’ın TESEV için hazırladığı Kürt sorunu raporunu ve Hasan Cemal’in Karayılan’la yaptığı röportajı okuyorum.
Tek bir sonuç çıkıyor:
Muhatap İmralı’dır, çözüm PKK’nın dağdan inmesidir ve bu barışı sağlayabilecek tek kişi seçimde yüzde 50 oy olan Tayyip Erdoğan’dır.
Alternatif tıpta bir yöntem var:
Hastalığı hastalıkla iyileştirmek.
Homeopati...
Bir hastalığın -hastalık belirtilerini sağlam bir insanda ortaya çıkarabilecek maddelerin- çok düşük dozlarda hastaya verilmesiyle tedavi edilebileceği inancına dayanan bir alternatif tıp yöntemi.
İşte biz de Erdoğan’a bunu yapacağız.
“ Her şeyi herkesten iyi bilirim” hastalığından yardım isteyeceğiz.
Bütün Türkiye, İmralı ile Kandil de dahil olmak üzere bir tek onun bunu çözebileceğine, o da her şeyi herkesten daha iyi bildiğine inanıyor ya...
Peki o zaman, biz de Erdoğan’a diyeceğiz ki:
“Siz her şeyi herkesten iyi biliyorsunuz, şimdi başka kimsenin çözemediği sorunu çözün, her şeyi herkesten daha iyi bildiğinizi kanıtlayın.”
Ne hayat, ne tarihin akışı, ne toplumun bilinci, ne de koşullar bu kadar hazır olmaz hiçbir zaman.
Fırsat bu fırsat, Erdoğan göstersin hepimize, her şeyi hepimizden daha iyi bildiğini.
Hem unutmasın ki, insanlar yaptıklarından çok yapmadıklarından dolayı pişmanlık duyarlar.
Üstelik Tayyip Erdoğan ileride bugün yapmadıklarından pişman olursa bu, pek çok insanın hayatına mal olacak demektir.
Tansel Çölaşan cevap verdi (!)
Geçen hafta, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı, Danıştay eski Başsavcı Vekili Tansel Çölaşan’ın 2006’da Danıştay saldırısından dakikalar sonra gazetecilere yaptığı “Saldırgan Allah’ın askeriyiz diye bağırıyordu” açıklamasını, beş sene sonra neden “Vallahi ben görmedim, duymadım” diye değiştirdiği sormuştum.
Tansel Hanım beş sene boyunca bu sözlerini tekzip etmemişti, düzeltmememişti fakat Danıştay eski başkanı Mustafa Birden’in mahkemede mağdur tanık olarak, sanığın böyle bir şey söylemediğini açıklaması üzerine, birdenbire “ Saldırı anında orada değildim. Ben duymadım. Saldırının tanığı falan değilim. Saldırganın yakalandığı sırada ‘Ben Allah’ın askeriyim’ diye bağırdığını oradaki polislerden duydum” açıklaması yapmıştı.
Ben de merak etmiştim:
“Her meselede Anıtkabir’ e çıkan, ‘Olanları Atatürk’e şikâyet eden’, herkesten daha fazla ‘Ben Atatürkçüyüm’ diyen insanlar Tansel Çölaşan hakkında ne düşünüyordur acaba şimdi?”
Tansel Çölaşan’dan mail geldi.
Diyor ki:
“Sanem Hanım, gazetecilikte ilk ilke doğru habercilik olmalıdır. Gazeteci-yazar haber kaynağını doğru seçmemişse kaynak yalan dolan iftira olursa, yazı da değersiz olur. Belki birilerini etkiler, işte o kadar, yazarına değer kazandırmaz.
2006 yılında kişilik haklarımı ihlâl eden yalan-yanlış iftira niteliğindeki haber ve yorumları yapanlar hakkında açıp kazandığım tazminat davasının kararını gönderiyorum size.”
Tansel Hanım gönderdiği belgeye göre 10 bin lira kazanmış bu davadan. Kime karşı kazandığını yazmamış, bilmiyorum.
Mahkeme bu kararı, Alpaslan Arslan’ın savcılıkta ve mahkemede “Danıştay saldırısını başörtüsü nedeniyle, bir öğretmen hakkında verdiği türban kararı nedeniyle yaptım. ‘Önce tekbir getirdim, güvenlik odasında da Osmanlı torunuyum, Allah’ın askerleriyiz’ diye bağırdım” açıklamasını esas alarak yapmış.
Tansel Hanım, kibar bir hanımefendi olduğu için “Okur da anlamazsanız diye size bilgi vereyim” diyerek, kendisi böyle açıklamış.
Mahkeme, Tansel Çölaşan ve Alpaslan Arslan’ın ifadeleri örtüştüğü için Çölaşan lehine karar vermiş.
Ayrıca Tansel Çölaşan eklemiş:
“Neden basına açıklama yapmak yerine dava açtığımı sorarsanız, şerefle sürdürdüğüm meslek hayatıma ne söylesem çarpıtılarak zarar verileceği için dava yolunu seçtim... Aynen şimdi yapacağım gibi.”
Ben, Tansel Hanım kadar hukuk bilmem.
Ama bu “meseleyi” anlamak için hukukçu olmaya gerek yok.
Kimse “Alparslan Arslan mahkemede ne söyledi?” diye sormuyor.
Biz, “Siz niye duymadığınız bir şeyi duymuş gibi anlattınız ve Mustafa Birden gerçeği açıklayana kadar bunu beş yıl boyunca neden düzeltmediniz” diye soruyoruz.
Arslan, Ergenekon sanığı ve onun görevlerinden birinin de hedef şaşırtmak olması kimseyi şaşırtmaz.
Bizi şaşırtan, Danıştay Başsavcı Vekilliği yapmış birinin hedef şaşırtan bir açıklama yapmış olması.
Birçok insan gibi benim de merak ettiğim bu... Acaba bunun net bir cevabı var mı?
Tansel Hanım’da bu sorunun net bir cevabı varsa onu da yayınlamaya hazırım.
Ne köprüymüş ama...
Haliç Metro Köprüsü tartışmasını takip ediyor muydunuz, bilmiyorum ama sonunda bir karar çıktı.
Unesco Dünya Kültür Mirası Koruma Komitesi, Haliç üzerinde yapılacak metro köprüsüne Süleymaniye’nin silüetini bozuyor diye karşı çıkıyordu, köprü projesinde yapılan değişikliklerle Unesco projeyi sonunda kabul etti.
Hakan Kıran itiraz edilen “Haliç Metro Köprüsü”nün mimarı. Aslında köprüye itiraz eden sadece Unesco değil.
Çeşitli sivil toplum kuruluşları da yapılmasına karşı çıkıyor.
Köprünün İstanbul’un tarihi dokusuna zarar vereceğini söylüyorlar.
Hakan Kıran restorasyon konusunda deneyimli, günlük hayatımızda sıkça karşımıza çıkan işlere imza atmış bir mimar.
Maydonoz Gösteri Merkezi, Saray Muhallebicileri, Gloria Jean’s kafeleri, Salı Pazarı Kentsel Dönüşüm Projesi, Perpa Gökdelenleri Projesi, Kabataş Rıhtım Düzenlemesi Projesi...
İBB Başkanı Kadir Topbaş ile yakın bir dostluğu olduğunu söylemeye gerek yok zaten. Sanırım bu yüzden de kendisine çok kızıyorlar.
Altı yıldır bu proje üzerine çalışıyormuş.
Güzergâh kararı yıllarca önce alınmış. Tüneller açılmış ama köprü yapılmamış.
Şimdi sıra köprüde.
Unesco köprü üzerinde istasyon olmaması, köprünün askılı değil dümdüz olması ve ayaklarının kısaltılmasını önermişti geçtiğimiz ocak ayında.
Demek ki Hakan Kıran projeyi o yönde düzeltti... Ve Unesco projeyi onayladı.
Hiçbirimiz tam olarak ne oluyor bilmiyoruz, umarım gerçekten İstanbul’a yakışan bir köprü geliyordur...
Aydınlar’a niye kızıyorlar?
Mehmet Ali Aydınlar’ı iyi tanırım.. Mahmut Özgener de aile dostumuzdu.. Bugün federasyon başkanlığı bir dosttan öteki dosta gidiyor. Dünkü basın toplantısını izledim, kendi alanlarında kariyer yapmış insanlardan oluşan 15 kişilik pırıl pırıl bir kadro... Bu tablo, futbolun daha kurumsal bir anlayışla yönetileceği konusunda bana umut verdi.
Taraf tutarak, günlük kaygılar veya duygularla değil, futbolun geleceğini düşünerek kararların alınması ve devamlılık sağlanması en çok futbol endüstrisinin işine gelir. Spor sayfalarına bakıyorum, bütün büyük kulüpler feveran ediyor:
- Kurullarda neden bizim istediğimiz adamlara yer verilmiyor?
Sırf bu durum, yani her kulübün aynı senkronda bağırması bile, önümüzdeki 4 yıl için beni umutlandırıyor doğrusu...
Demek ki kimse kimseyi kayırmayacak...