Kozinski’nin bahçıvanı gibiyiz hepimiz...

Haberin Devamı

Çözümünü bildiğimiz halde çözmediğimiz sorunları konuşmayı hayat sanıyoruz işte…

Sanki hayat hep aynı kısırdöngünün içinde dönüyor bu ülkede.

Çözmeyeceğimiz konularda yaptığımız tartışmalarla ilerici ya da gerici sayılıyoruz…

Zekamızı, entelektüel derinliğimizi, neredeyse cinsel çekiliğimizi, çözmekten hoşlanmadığımız konulardaki konuşma biçimlerimizin üstüne bina ediyoruz…

Bir şey söylüyor gibi gözüksek de bir hayat aslında hiçbirşey söylemeden geçiyor.

Her politikacıya bu ülkede şunu sorabilirsiniz rahatlıkla mesela ‘aslında sen ne düşünüyorsun?’

Toplumun çekirdeğinde entelektüel bir doku yaratamayan, insanı, hayatı, edebiyatı, felsefeyi merak etmeyen bir toplum, yaşar gibi yapabilmek için dışarıdan bakıldığında ahmakça gözüken manasız sorunlarla uğraşıyor.

Beynin çoktan öldüğü bir tür bitkisel hayat sürdürüyoruz kelimelerimizle…

***


Kozinski’nin ünlü Bir Yerde romanındaki şaşkın bahçıvan gibiyiz aslında…

Filmi de çekilen romanın kahramanı olan bahçıvan, hiç sokağa çıkmayan, hayatını o malikenin bahçesinde geçiren,sadece televizyon seyreden zekaca az gelişmiş bir adamdır.

Bir gün, malikenin sahibi ölür…

Ev boşaltılır… Bahçıvanı da sokağa atarlar.

Adam hayatın hiçbir sorunuyla ilgili bir bilgiye sahip değildir.

Yaşıyordur ama hayatı eksiksiktir.

Bildiği tek şey çiçeklerdir.

İnsanlar kendisine soru sorduğunda, ne sorulduğunu bile anlamaz, çiçeklerden konuşulduğunu zannederek çiçeklerle ilgili bir şeyler söyler…

İnsanlar kendi sorunlarını doğru dürüst çözmeyi beceremedikleri için bahçıvanın manasız sözlerini çok önemserler…

Başkanın danışmanlığına kadar yükselir hatta bahçıvan.

Bazen hepimizi o bahçıvana benzetiyorum.

***


Hayat bize sürekli sorular soruyor,önümüze meseleler koyup çözmemizi istiyor ama biz sorunu çözmek için gerekli adımları atmıyoruz.

Konuyla ilgisi olmayan sözler söylüyoruz.

Hatta bazen çözümü bildiğimiz, bahçıvandan daha zeki olduğumuz halde bahçıvanın aptallığını benimsemeyi tercih ediyoruz.

Sorunu çözecek enerjiyi ve kararlılığı göstermek zorunda kalmaktansa aptal olmayı seçiyoruz.

Bir de çok manalı konuştuğumuza inanıyoruz.

Hep aynı çamurlu suya parmağını sokup çıkarmaya hayatın en önemli anlamını yüklüyoruz.

***


Ama ben şunu merak ediyorum, o bahçıvanın evini kaybetmesi gibi çamurlu suyumuzu kaybedersek, yani bir gün gerçek cevaplarla gerçek çözümlerle konuşursak her birimiz aslında ne deriz?

Ne düşünüyoruz ülkede olanlarla ilgili?

Ne düşünüyoruz birbirimizle ilgili?

Bu ülkede her politikacı aslında düşündüğünü söylese, bu ülkede neler olur hiç merak etmiyor muyuz?

***


Bahçeli İlker Başbuğ'u ziyarete gittiğinde ya da Kılıçdaroğlu “kredi veriyoruz AK Partiye” dediğinde bunu merak etmeye başlıyorum...

Aslında ne düşünüyorlar acaba?

Kılıçdaroğlu aslında sadece CHP’nin başkanı kalmakla ilgileniyorsa…

Tayyip Erdoğan aslında Çankaya’dan başka hiçbir şeyi umursamıyorsa…

PKK’nın bazı yöneticileri barışı aslında hiç istemiyorsa…

Balyoz tutukluları aslında birbirlerini suçluyorlarsa…

Gerçek düşünceleri bunlarsa…

Meseleleri nasıl çözecekler?

Meseleleri niye çözmediklerini nasıl açıklayacaklar?

Her soruya o bahçıvan gibi anlamsız cevaplar vermekten başka çareleri var mı?

***


Galiba sorulması gereken gerçek soru çok kısa:

Demokrasi istiyor musunuz?

Bu ülkede hep beraber mutlu yaşamak istiyor musunuz?

Onurlu davranmak iyi birşeydir diye düşünüyor musunuz?

Belki de bunlara kimse net cevap veremediği, “evet istiyorum” diye başlayıp arkasına “ama” sözcüğünü eklediği için bir anlamsızlıklar kısırdöngüsünde dolaşıp duruyoruz.

Demokrasi gerçekleştirmeden hiçbir sorun çözülmüyor çünkü…

Demokrasiye de, demokrasiden hoşlanmayan siyasetçilerle ulaşılamıyor.

DİĞER YENİ YAZILAR