Yılbaşı akşamlarını giderek doğru planlamayı beceriyorum...
Son senelerde geçirdiğim her yılbaşı akşamından memnun ayrılıp, ertesi sabah yeni yılın ilk gününe mutlu uyanıyorum.
Bu sene de aynısı oldu...
Yorulmadım, sıkılmadım, koşturmadım ve çok eğlendim.
Ve dün, yeni yılın ilk günü mutlu ve dinç uyandım.
Son beş senedir, büyük bir kahvaltı masası ve arkadaşlar yeni yılın ilk sabahının vazgeçilmez ayini oldu benim için.
Ama bu sene kapı her çalındığında, ellerinde taze poğaçalar ve simitlerle, fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusuna karışarak tüm evi bir anda saran fulyalarla gelen arkadaşlara yeni biri daha eklendi. Kış güneşi...
Erkenden uyandım dün...
Pencereden, salonun ortalık yerine ışıklar içinde bir sabahın yayıldığını gördüm.
Kimseler gelmeden pencereyi açıp kahvemle birlikte camın kenarına oturdum ve bir gece öncenin yorgun sokaklarının, ansızın gökyüzünde parlayıveren kış güneşiyle aydınlanmasını seyrettim.
Diri bir serinlik vardı. Berrak bir gökyüzü.
Sokaklarda hazırlıksız bir sevinç, yapraksız kalmış ağaçlarda sessiz bir heyecan.
Denizin üzerinde bukle bukle küçük dalgacıklar ve kanat kanat çoğalan martılar.
Marmara Denizi’nin ortasındaki adalar, suyun içinden biraz önce çıkıvermişler gibi mavi bir ışıkla parlıyorlardı.
Paltolarının önünü açmış insanlar...
Kış güneşi herkesi şaşırtmış gibiydi.
Sanki usulca ısıtan bu güneş kendilerine aitmiş gibi sevinen genç aşıklar geçti sokaktan.
Artık neredeyse parçamız haline gelen bitkinliğimizi, ezikliğimizi, burukluğumuzu ışıklarıyla silip yok eden bir kış güneşi bu ülkede bile insanı umutlandırıyordu doğrusu.
Tüm acılara, kederlere, ıstıraplara ihanet etmeye karar verdim.
Hayaller kurdum...
İnsanların mutluluğuna dair hayaller.
“Bir sabah vakti ışıyıveren kış güneşinin yaptığını biz kendimiz yapamaz mıyız?” diye düşündüm...
O, hiçbirimizi diğerinden ayırt etmeden hepimizi ısıtıyor, nedensiz, çocuksu ortak bir sevinç yaratabiliyordu.
Hangi dili konuşursak konuşalım, hangi dine inanırsak inanalım bir kış güneşi kısa süreliğine de olsa bizi mutlu edebiliyordu.
Hayatın ağırlığından habersiz küçük bir kız çocuğu gibi hepimizin mutlu ve eşit yaşadığını hayal ettim...
Sonra... Kapı çaldı.
Evin içine kış güneşinin mutlu ettiği insan sesleri ve sıcak poğaça kokuları yayıldı.
Derinlerimden bir ses, “Birazdan güneş batacak” diye beni huzursuz etse de “Olsun, şimdi parlıyor ya” dedim.
Güneşe, arkadaş seslerine, fırından yeni çıkmış poğaça kokularına, fulyalara bıraktım kendimi.
Gün aydınlık, ev sıcak, insanlar huzurluydu.
Mutlu hayalleri olan küçük bir kız çocuğu gibi gülümsedim...
Shakespeare olmak...
Stephen Greenblatt‘ın Can Yayınları’ndan çıkan kitabını sadece biyografi okumayı sevdiğim için aldım.
Hakkında o ana kadar yazılan birşeyi okumamıştım henüz...
Ama kitaplar öyledir ya, siz onları daha önceden bilmeseniz bile size iyi mi kötü mü olduğunu sanki usulca fısıldar.
Duyabilirseniz...
İşte bu kitap da “Beni okusan seversin” dedi. Ben de aldım...
Shakespeare, hakkında öyle birçok bilginin ve kaydın olduğu bir şair değil.
Biraz da o yüzden merak ettim bu kitabı. Çünkü Stephen Greenblatt, Harvard Üniversitesi’nin edebiyat hocası, aslında bir Shakespeare uzmanı... Yeni birşey söyleyebilir belki diye...
Greenblatt’ı biraz araştırırsanız karşınıza bir edebiyat eserini, yazıldığı dönemin kültürel ve toplumsal şartlarıyla birlikte değerlendirmeyi doğru bulan Yeni Tarihselcilik akımının yaratıcısı olduğu da çıkar.
“Shakespeare Olmak”ta da aynı şeyi yapmış, Shakespeare’i bize eserlerini esas alarak anlatmış...
Kesin bilgilerle değil ama tarihsel doğruların ışığıyla “Böyle olmalı” diyerek bize yeni bir Shakespeare yaratmış.
Stephen Greenblatt’ın Shakespeare’le ilgili hayal dünyasını ben sevdim.
Şairin yaşadığı dönemi çok iyi bilen bir yazar olduğu için sanırım güven duydum. Bir çok eserinin şairle ilgili ipucu taşıdığını anladım...
Romeo ve Juliet, Hamlet, Bir Yaz Gecesi Rüyası, Macbeth ve daha pek çok oyunun, Shakespeare’in yaşamıyla ilgili ayrıntılarını nasıl anlattığını farkettim.
Çok etkilendim okurken...
Ve kitaptan şunu da öğrendim:
Shakespeare Olmak, The New York Times, Washington Post, San Francisco Chronicle, Christian Science Monitor, Chicago Tribune, Pittsburgh Post-Gazette gazeteleri ve Time dergisi tarafından “Yılın kitabı” seçilmiş...
Farklı bir biyografi okumak isterseniz...
Shakespeare Olmak...
Obama’nın tatili...
ABD Başkanı Barack Obama, Noel
tatilini doğup büyüdüğü Hawaii’de geçirmiş.
İki hafta tatil yapmış ailesiyle.
Bu iki haftalık tatilin devlete maliyeti 1.5 milyon dolarmış.
Telegraph‘ın hesabına göre, karısı Michelle’in erken gelmesinden dolayı 63 bin dolarlık yol masrafı, Beyaz Saray’dan 24 personelin 134 bin 400 dolarlık otel harcaması, yerel polise ödenen 250 bin dolarlık fazla mesai ücreti, başkanlık konvoyuna eşlik eden ambulansın 10 bin dolarlık ücreti gibi masraflar varmış.
Bütçeden ödenen tatil giderlerine başkan ve ailesinin konaklama ücreti dahil değilmiş. Günlüğü 3500 dolardan olan lüks villalarda kalan Obama’lar bunu kendilerini ödemiş.
Bu haber dün okuduğum en ilgi çekici haberdi benim için...
Anlayan anlar...