Artık neredeyse parçamız haline gelen bitkinliğimizi, ezikliğimizi, burukluğumuzu ışıklarıyla silip yok eden bir kış güneşi bu ülkede bile insanı umutlandırıyor doğrusu.
Dün neredeyse yaz güneşini andıran bir kış güneşi vardı dışarda...
Erkenden sokaklara çıktım...
Sevinçliydim.
***
“Bir sabah vakti ışıyıveren kış güneşinin yaptığını biz kendimiz yapamaz mıyız?” diye düşündüm...
Neşelenmek için güneşe ihtiyaç duyanların memleketiyiz biz...
Sanki güneşi aylarca doğmayan bir kuzey ülkesi gibiyiz
Kasvetliyiz, sıkıntılıyız, umutsusuz…
Bir parça sevinç duyabilmemiz için bile sıcak bir kış güneşi gibi “olağan dışılıklara” muhtacız.
***
Olağan olanlar çok bunaltıcı çünkü…
İyi bir habere hasretiz…
Bize güven verecek, yaşadığımız ülkeye, bu ülkenin adaletine, toplumuna, geleceğine dair içimizi aydınlatacak bir gelişme arıyoruz her yanda.
Bulamıyoruz.
Toplumun bir yarısı sevindiğinde, diğer yarısı kan ağlıyor.
***
Ülke, nefretle dolu, ülkeyi şöyle bir sıksan nefret patlayıp fışkıracak.
Nefretin böylesine somutlaşıp, canlı bir organizmaya döndüğü bir dönem ben hiç hatılamıyorum.
Böylesine öldüresiye bir nefret ürkütüyor insanı, umutsuz kılıyor.
***
Sanki toplumun bütün duygusal çizgileri silindi.
Nefret bütün duyguları ezdi geçti.
Toplumca sevinip, toplumca üzüldüğümüz bir olay hatırlıyor musunuz?
En korkunç facialarda bile, o faciaya üzülebilmek için kurbanların ve sorumluların kimliklerine bakıyoruz.
Sorumlu “bizden” biriyse, üzülmek yerine “kurbana” kızıyoruz.
***
Böyle bir toplumun hayırlı,umut verici bir geleceği olabilir mi?
Bu kadar öfke ve nefret bir toplumu zehirlemez mi?
Zaten zehirlenmiş gibi değil miyiz?
***
O kadar neşeye aç bir haldeyiz ki bir kış güneşinde bile bir sevinç bulabiliyoruz.
İçimiz ışıyor.
Neşeleniyoruz.
Ama bu neşeyi kendimiz yaratamıyoruz, bu kasveti kıramıyoruz…
***
Dün o parlak kış güneşi sevindirdi beni, neşelendirdi.
Sokaklarda dolaştım.
Sonra güneş battı.
Karanlık çöktü....