Haberin Devamı
Yeni yılın tüm tazeliğiyle başlamasından hissettiğim coşkuyla kendimi yeni yıla yumuşak terliklerini giyen biri gibi bırakıvermeyi çok istiyorum...
O gazetelerdeki fotoğraflar, televizyondaki görüntüler olmasa ben de kendimi salıvereceğim ama... En olmadı gözlerimi kaçıracağım, bakmayacağım onlara ama...
Dün Hasan Cemal’in yazısında BDP’li milletvekili Ayla Akat’ın Uludere mektubunu okuyunca, bu ülkede kendini yumuşacık bir huzura bırakmanın neredeyse imkansız olduğunu bir kez daha anladım...
‘Zulüm coğrafyasının küçük emekçileriydi onlar.
Kışın çok soğuk geçtiği Uludere’de, bir kazak, bir pantolon, birkaç defa gidip biriktirebilirse, belki bir palto, defter kalem alabilecek.
Sınırın öte tarafı ile yapılan ticaret onlar için de geçim kaynağı. Çocuk yaşta başlayan bir öğrenme süreci bu. Tıpkı bir berberin, bir marangozun çırağı olmak gibi...
Kaçakçı onlar!
Birinci ders, Heron!
Birinci ders, Heron diye bir şey var, her şeyi görüyor. Sen görmesen de sesini duyunca saklan diye verilmiş ilk ders... Yavrular katırların altına saklanmış. Doğru bir ders değilmiş.
Çocuk aklı işte. Katırın altı onun için saklanacak yer...
Olağanüstü bir coğrafyanın olağanüstü çocukları onlar. Tıpkı, genci, kadını ve yaşlısı gibi...
Ne yazık, ülkeyi yönetenler kendi çocukları olarak görmediler bu yavruları.
Ailelerinin acısını paylaşmadılar.
Susmayı tercih ettiler.
Saatler sonra konuştular...
Keşke hiç konuşmasalardı dedirtecek cümleler kurdular.
‘Keşke hiç konuşmasalardı’
diye yazmış Ayla Akat...
Korkudan katırın altına saklanıyorlar...
Ölümün geldiğini hissediyorlar ama nereden geldiğini bile göremiyorlar.
Korunmaya,kurtulmaya çabalıyorlar.
Hayata tutunmaya uğraşıyorlar.
Katırların altına atıyorlar kendilerini.
Ama gelen F-16 bombası.
Saklanacak bir yer yok.
Ne yazık ki ülkeyi yönetenler kendi çocukları olarak görmediler çocukları...
Görmediler.
Bu ülkede o Kürt çocukların ölümüyle ilgili yaşanan ortak öfkeden de kuşku duyuyorum o yüzden.
Politikacılar tarafından alabildiğine kışkırtılıp sömürülen bir duygu patlaması gibi görünüyor bana, siyasetçilerin feryatlarının o Kürtlere hiçbir yararı yok, sadece kendilerine yarıyor...
‘Çok üzülüyorum, en çok ben üzülüyorum’ yarışına dönen bir lanetleme korosunun içinde bağırıyorlar...
Hiçbir politikacının acısı o çocukların ölümü kadar gerçek değil...
Bu acıyı anlatan cümlelerle başlıyor 2012 ne kadar direnirsek direnelim...
İçini sızlatıyor insanın...
Kağıt çiziği gibi...
Parmağını her oynattığında, o cümleleri her okuduğunda aynı şiddetle sızlıyor yara...
Dünya ümit dolu bir çağa ilerlerken, hiçbir ümidi kalmayan insafsız bir ölüm kapanına kısılmış insanlar için ne söylenebilir?
O insanlar nasıl kurtarılabilir?
Bilmiyorum...
Kendi insanlarımızı kandan ve ölümden kurtaramadıkça bu ülke hiçbir zaman bize anlatılan masallardaki kadar güçlü olamayacak, bunu biliyorum.
Başbakan ‘gerekli adli ve idari inceleme yapılıyor’ diyor...
İnsan can acısından gülüyor bu lafa...
Sorumlular nasıl bilinmez ki...
Bombayı atma emrini veren başka ülkenin komutanı mı?
O komutanın komutanı kim?
Kim öldürttü o insanları?
Gözümün önünden Ayla Akat’ın mektubunda anlattığı o çocukların cansız, parçalanmış bedenleri gitmiyor bir türlü..
Başka bir konu yazmaya elim varmıyor...
Bu konuda yazmanın da bir işe yarayıp yaramayacağını kestiremiyorum...
Ben de çaresizim
Yazı da çaresiz...
Kıvranıp duruyorum içimdeki kağıt çiziği gibi sızlayan yarayla...