Duyabilirseniz, her cümle bir başka cümleyi de içinde saklar. Onları pek duymayız. Ben onları duymayı çok severim. Söylenmeyen cümleleri duymak röportaj boyunca en sevdiğim oyundur. Her şeyi anlatır o saklı cümleler çünkü. Bu hafta da
Nihat Odabaşı’nın saklı cümlelerinin peşindeydim. Ama oyunumu bozdu. Öyle derinden anlattı ki, saklı pek bir şey kalmadı. Hatta bazı anlar bunları nasıl yazacağım diye endişelendim bile. Ama anlattıkça da hiç sesimi çıkartmadan dinledim. İşte soruların önemi olmayan ender röportajlarımdan biri...
Çalıştığım kadınlarla müthiş bir güven, sevgi, şefkat ilişkisi oluşur aramda. Liz (Hurley), Nil, Gülben hepsiyle de bu var. Çektiğim insana tutkuyla bağlanıyorum. Çalıştığım bütün kadınlar birbirine benziyor. Hayatımdaki tüm virajları kadınlar sayesinde aldım. Hayatımın akışını hep onlar yönlendirdi. İçimde bir çağlayan var, suyun yatağı belirlenmezse güçsüzleşirim ya da kırar geçebilirim. O yüzden çevreme çok iyi bir baraj yapılması lazım ki, doğru bir enerji üreteyim. Hayatımdaki bütün barajları kadınlar yaptı. Kadınlara karşı bambaşka bir hissim vardır. Enerjim de hep kadınlara geçti zaten. Kadınları iyi çeken fotoğrafçı olarak anılmamın sebebi bu. Beni hiçbir erkek, fotoğraf çekerken seksi bulmadı ama kadınlar bana hep “Çok seksisin” dedi. Hiçbir erkek benden bu kadar etkilenmiyor. Kadınlar benimle çalışırken benden etkileniyor. Onlara karşı bir şeyim var, beni güçlendiriyorlar. Bütün bu kadınlarla, birbirimizi sevmiyerek başlıyor ilişkimiz.
Gereğinden fazla mükemmelliyetçiyim. Çok iyi bir iş bile olsa 10 dakika sonra alışmış oluyorum ve daha iyisini yapmak istiyorum. Kritik edilmeme isteği, daha çok sevilme, beğenilme, kabul edilme isteği beni sürekli bir şey yapmaya itiyor. Daha yaratıcı olayım, daha iyi olayım istiyorum. Belki de bu kadar iyi bir fotoğrafçı değilim, hatta yetenekli bile değilim ama içimdeki olmalıyım telaşı beni zorluyor ve oluyorum.
Beğenileri modelden, müşteriden, tüketiciden ayrı ayrı duymak isterim. Çekimin ardından hemen duymam da kesmez, iki hafta sonra da duymam lazım. Afyon’daki mağazada billboard’ı satın almak istemişler gibi. Bu hikayeler beni rahatlatıyor. Mesela Nil’le çekimden sonra bir ay kim ne dedi, kim ne mesaj attı, bunu birbirimize hemen haber verip mesaj gönderiyoruz...
Urfalı olmayı, aşiret liderinin oğlu olmayı, sanat okuyacağıma işletme okumayı, bu bilgisizliğimi, cehaletimi hep bir şekilde dönüştürdüm, iyiye kullandım. Bunu çok iyi biliyorum. Handikapların hepsini olumlu yöne çevirmeye çalıştım. Başardım da. Çok çekingendim, hâlâ da öyleyim gerçi. Hiçbir yere tek başıma gidemem. Mutlaka yanımda biri olmalı, mutlaka. Bilmediğim yere gitmem. Kalabalık görünce kafamı içine gömmeye çalışırım ama bir taraftan da 1.90 gibi gözükmek isterim. Çelişkiler çelişkiler...
“Fotoğrafçı mıyım acaba” diye düşünüyorum hâla... “Nasıl çektim ki bunu acaba” diyorum. Korkuyorum hâlâ. Yeteneğimle ilgili, varlığımla ilgili bir sürü soru işaretim var. 40 yaşındayım, her gün yeniden başlıyorum.
Bir sürü insan var, birbirlerine onca iş arasında sevgi mesajları atan, günü çok iyi planlayan, sabah Belgrad Ormanı’nda koşan, ardından da aile yemeğine tam vaktinde giden ve yeğenlerine hediye de almış olan, onlarla sohbet eden ve yaşadığı yerin sevgi meleği olan. Bunların hepsi bende de var ama hepsini aynı anda yapmak çok zor. O yüzden dertleniyorum. 40 yaşında bir adam olarak yapmam gereken birçok şey olduğuna inanıyorum. Seyretmem gereken bir sürü film, okumam gereken bir sürü kitap, gitmem gereken bir sürü konser var. Hiçbirini yapamıyor olmak beni çok rahatsız ve tedirgin ediyor. Acayip baskı yapıyorum kendime. Bir de üstüne, medyanın önünde olmak gelince, kendimle ilgili endişelerim artıyor.
Abimle ve babamla küstük, öldüklerinde. Babam benim yanlış bir yolda olduğumu düşündü. Ona kendimi kanıtlamaya çalıştım hep. Hürriyet’in bulmacasını çözerdi. Ona çıkmaktı bütün derdim. Hâlâ benim için bulmaca bir başarı ölçüsüdür. En büyük şöhret hayalim bulmacada fotoğrafımın çıkmasıydı. İlk çıktığımda meşhurdum artık ama havale geçiriyordum onu gördüğümde. Hiçbir haber bulmaca kadar mutlu etmez beni.
Önüme koyulsaydı, ben bu hayatı tercih etmezdim. Normal bir ailenin normal bir çocuğu olup, içinde bu kadar taleplerin olmadığı, hırsların olmadığı, sıradan, düz bir adam olmayı isterdim. Telaşlardan kurtulmak isterdim. İçimdeki fırtına dinsin isterdim. Bunu benden alsınlar. Fotoğrafçılığımı, yeteneğimi, her şeyimi veririm. Güvenli kıyılarda, sakin denizlerde yelken açayım, fırtınalarda açmaktan korkuyorum. Korkularımı sevmiyorum. Bu korkular ne kadar işe yarasa da bazen ben acılardan zevk alan biri değilim.
Şahika Tekand oyunculuk stüdyosuna gittim. Erkek olmama, büyümeme sebep olan kadındır. 5 ablam, annem... Hep sağlam kadınlar vardı etrafımda. Hep dominant ve güçlü kadınlar oldu. Sendeleyen kadınlar olmadı hiç etrafımda. Sendelese bile ayağa kalkan kadınlar bunlar. Gülben, Nil, Elizabeth hepsinin özelliği bu. Deniz Akkaya benim kariyerimde çok önemlidir. İkimiz beraber patladık. 12 senedir fotoğraf çekiyorum zaten. Nil ilk kasedini benimle çekti. Bütün yolu beraber geldik, her albümünde beraber çalıştık.
İlk beraber çalışacağım insana “Ben vazgeçilmezin olmak istiyorum” derim. “Kendine benim gözümle artık bakmanı istiyorum” diyorum. Bu kadar talep ve istekle gidince çekime sana yepyeni bir sen göstereceğim, karşındakinin baltalayıcı şeylerine üzülüyorsun. Ayşe Afrika’da “Bir ayna olsaydı” diyordu. Ayna benim orada. Senin aynan benim kardeşim. Bana poz vereceksin. Beni kırar bu. Beni çekim sırasındaki müzik bile kırar. Benim sesimle aksın isterim her şey.
Ayşe Arman: Afrika’da hayvanlar bizi parçalar derken, biz birbirimizi parçaladık
Ayşe’yle iki kere çalıştık. Çıplak fotoğrafları çok beğeniyorum. Afrika’ya dönüp bir daha bakmadım bile. Ayşe’yle o çekimde kapıştık. Afrika’da birden hayvanların arasında, safari kıyafetleriyle, elinde dürbün varken “Dürbünle hayvanlara bakıyormuş gibi yapsana” dediğimde, “Ben niye bakayım, ben gazeteciyim” dedi ve problem oldu. Benim karşımda şimdiye kadar enterasan pozlar vermemiş, kimsenin bilmediği bir gazeteci yoktu ki. Ayşe zaten bana 15 gün önce soyunmuş, kimsenin vermediği pozları vermiş birisiydi. Gazeteciysen 15 gün önce o çekimi yapmayacaktın zaten. Benim bildiğim gazeteci bunu yapmıyor. Ayşe’nin çelişkisi bu. Ayşe kendini Afrika’da çok korunmasız hissettiği için saldırgan oldu, her şeyi kontrol altına almak isteyen biri. Bırak artık. Ayşe asla bırakmıyor. Karşısındakinin yaratıcılığını öldürecek, gücünü, verebilme yeteneğini azaltacak kadar bırakmıyor. Çok zordu. Afrika’ya çantada keklik diye bakıyorduk. “Öyle eğleneceğiz, öyle güzel şeyler yapacağız ki” diye gittik. Bir de ben Ayşe’yi çok beğenen biriyim. Çok seksi bulan biriyim. Ayşe benim yerimde olsaydı karşısındaki Ayşe’yi öldürürdü. O kadar çelişkili, o kadar hırslı, o kadar içinde bitmeyen bir tempo var ki. Beni çok yordu. Çırılçıplak çektim her şey tamamdı, Afrika’ya gidince yırtmaçla mı uğraşıyorsun. Hiçbir kıyafeti beğenmedi. Afrika tarzına uymayan tarzda giyinmek istedi. Topuklu ayakkabı giymek istedi. Son derece anlamsızdı. Bu kadar kolay bir kadın, rahat bir kadın orada çok farklıydı. İlk sabah kalktık, “Tanrım neredeyiz, bu ne mucize” falan derken Işın geldi “Ayşe hiçbir kıyafeti beğenmedi, giymiyorum dedi” dedi. Sabah 07.00, beş bavulla gidilmiş. En ünlü markalar götürülmüş. Saçından memnun değil. “Saçımı kestirmiş olmalıydım” diyor. “Saçımı kesin” diyor. Saçı kesemezsin ya beğenmezse... Makyajını beğenmedi.
Afrika’da doğal, hayvanların dolaştığı, her an çıkıp gelebileceği bir yerde çekim yapıyoruz üstelik. Aslan gelip seni yer yani. Ve çok huzursuzum. Ayşe sürekli konuşuyor. Kapris yaptı ve delirdim sonunda. Korkuyordum. Üç gün uyumadım. Kaldığımız çadırın yanına geliyor hipopotam, bir şeyleri yiyor, sesi geliyor. Hayvanlar bizi parçalayacak sanırken biz birbirimizi parçaladık, hayvanlar bize bu kadar saldırgan davranmadı. Biz Ayşe’yle birbirimizin kolunu, boynunu kopardık. Ortalık kan revan içindeydi. Ayşe oradaki en vahşi hayvandı bence. Ben yine benim, alanıma gelindiğinde ona saldırdım, o hiçbir şey yokken ortada saldırdı. Afrika’ya çok ciddi bir uyum gösterdi. Üzerine Ayşe de olunca. “Elbise dar” diyor, “Üstümü çıkarıp çıplak poz vereyim” diyor. Anlamıyorum madem kalınsın, niye soyunmak istiyorsun. Örtünmek ister mantıken.
Gülben Ergen: Birbirimizi öldürmek istiyoruz sonra ağlayarak barışıyoruz
Beklenmedik bir şekilde gelişen bir dostluk bu. O kadar artık iç içe girdik ki nefret ve aşk ilişkisi gibi. Gerçekten birbirimizi öldürmek istiyoruz bazen, taban tabana zıtız. O çok dakik ben asla değilim, o çok planlı ben rüzgarla beraber yolumu buluyorum, o “Hadi olsun” diyen bir kadın ben “Her şey yerine gelince olsun” diyen bir adamım. Çok zor bir ilişki. Çok kavga ederiz, çok kırarız birbirimizi. Komik bir şekilde gözyaşları içinde tekrar barışıyoruz. Gülben Ergen’le nasıl bir dramatik yapıdır bu, ne kardeşiz ne sevgiliyiz... Niye göz yaşları içinde barışırız bilmem. Mustafa araya girer. Böyle bir durum var. Tanışmamış çok komik, ben patlamışım, Nihat Odabaşı olmuşum. O da benimle Erol Atar’dan gizli çekim yapıyor. Çekimde Erol Atar aradı, evdeyim falan demişti. Pera Palas’ta çekmiştik. Ben o kadar planlı fotoğraf sevmem. Gülben’e “Sağa bak” diyorsun, “Peki elim ne olacak” diyor. “Kıyafet değiştir” diyorum, makyaj tazeleniyor bir gidiyor üç saat gelmiyor. Her kıyafette iç çamaşırı değiştiriyor. İç çamaşırı uyumsuz olursa kadın mutsuz oluyor, onu çekmiyorum üstelik. Saçın arkasını ben öylesine tutturabilirim, görmediğim şey beni hiç ilgilendirmez. Gülben özenle toplamak ister. Portre bile çekeceksem “Altına topuklu ayakkabı giymezsem ben kendimi kadın hissetmem” der. Müthiş bir çelişki. Hiç sevmedik birbirimizi aslında. Büyük bir hayal kırıklığıyla ayrıldık. O bu mudur Nihat Odabaşı dedi, ben de Gülben Ergen’i boğmak istedim. Sonra bir çekim daha yaptık, “Ben senin şartlarına uyacağım” dedi. Çektik, enerjisi deldi geçti her şeyi. O gün bugündür başkasıyla hiç çekim yapmadı. Başkasıyla çekim yapmasını istiyorum aslında, yenilenmek için. İki defa ayarladım, olmadı. Bizim çekimimizi görmen lazım. Bir gece önceden sözleşiyoruz, kibar olacağız, foyalarımızı ortaya çıkarmayacağız. Başlıyoruz, bir süre sonra kıyamet kopuyor. Çocuklarla yaptığımız çekimlerde bilemedik ne yapacağımızı, çocuklar önemliydi. Onu unutmamak lazımdı. Duru, o duyguyu hiç bölmeyen bir şey olmalıydı. O çok kolay gibi gözüken resim için çok zorlandık. Yıllar içinde Gülben’in gülen bir kadın olduğunu bulduk.
Elle MacPherson: Elle bana ”Keşke senin çektiğin kadınkadar güzel olsam“ dedi, ben de uçtum
Elle MacPherson çekimim ilginç oldu. Daha önce de bir kere çalışmıştık ve birbirimizden çok hoşlanmamıştık. İki sene önce çektik, iyi fotoğraflardı. Bir daha da görüşmedik. Tam Nil’in düğününün olduğu dönem Londra’da bir çekim yapacağız, bir dergiye kapak olacak, İngiltere Başbakanı Gordon Brown’ın karısı Sarah Brown onunla röportaj yapacak ve bağış toplayacak o dergi satışıyla. Ben Nil’e gitmeye karar verdim. ”Ancak şu tarih olursa“ dedim, olmayacağını düşünüyordum. Elle benim olmadığımı öğrenince ”Programı Nihat’ın programına göre değiştiriyorum“ demiş. Dergi bana yalvarıyor, ”Lütfen gel çek, başka türlü çekmiyor“ diye. Uçtum. Bu çekim için 25 gün yazıştık. Paris’ten kuaför, New York’tan makyöz geldi. Türkiye’den ışık asistanı, dünyanın her yerinden insanlar vardı. Makyajdan sonra röportajın da olabilmesi için bana kalan süre 1,5 saatti. Bu korkunç az demek ve kuyruğu dik tutacaksın. Yabancı bir yerdesin ve kendini kocaman göstermek istiyorsun. Elle, ”Bu kıyafetleri asla ve asla giymezdim Nihat olmasa“ dedi dergiye. Kulaklarıma inanamadım. Çok cesur kıyafetlerdi. 20 kıyafet vardı. ”Sen ne istiyorsun“ dedi, ben de 2 tane en frapanını istedim. Full transparan bir body vardı, onu seçtim. ”Emin misin“ dedi, ”Eminim“ dedim. Sonra da öyle güzel mesajlar attı ki, ”Keşke senin çektiğin kadın kadar güzel olsaydım“ dedi. İnanılmaz mutlu oldum. Geçenlerde Tom Ford’un filminin galası ve ardından parti vardı. İkisinin de partiye gideceğini biliyorum. Tanışıklıkları da var. Liz’den (Hurley) mesaj geldi, ”Elle’e rastadım, seni çok seviyormuş“ dedi.
Gülşen: Gülşen seksi ama küçük bir kız
İlk defa bu albümünü çektim, hatta klibini de. Hiç öyle bir fikir yokken üstelik. Sete gittik, ben istediğimi almak için uğraşırım, saldırırım hemen ama bu sefer korktum. Öyle bir cam duvarı var ki ulaşamadım. Kırılacak diye, dağıtırım diye korktum. Cesur bir kadın ama camdan bir cesareti var, kırılabilir. Seksi ama bir küçük kız o belli. Gece üç oldu bitirdik çekimi. Dedim ki, ”Bana bir saatini ver, nasılsa işimiz tamam, çekinme, benimle ol.“ Dokunmasına kıyamadığım saçlarıyla bozulur diye korkmadan oynatmaya başladım. ”Bağır, çirkinleş“ dedim, kaset kapağımız ve basında çıkan bütün fotoğraflar o bir saatte çektiklerim oldu. Duramayıp kaset kapağını yaptım, şarkının aranjesine karıştım. O dönemde annem beyin kanaması geçirdi. Komaya girdi. Gülşen bana ”Albüm ve fotoğrafları bırak, ben albümü seneye de çıkarırım, sen annene konsantre ol“ dedi. Müthiş şefkat bu.
Nil Karaibrahimgil: Nil o kadar kalpten istedi ki düğününü çekmemi kendimi Mısır’da buldum
İki kere düğün çektim. Ebru Şallı ve Nil ama ikisini de çok sevdiğim için. Zaten Nil’in düğününde herkes fotoğraf çekiyordu. Birbirimizi dirsekliyorduk, ”Hangimiz çekeceğiz“ diye. Sertab’ta profesyonel makine var, meraklı bu işlere. Rebecca (Çetin) çekiyor... Ama Nil’in düğününü benim gözümden görüntülemek istediğini biliyorum. Benim dört ayrı işim vardı o tarihte. Nil o kadar kalpten istedi ki orada olmamı, bütün diğer işlerimin de önünü açtı. Nil’le gidersem onları yapamayacakken hepsinin tarihi değişti ve hepsi de oldu. Bazen mesaj atıyordu, ”Rüyamda ağladığımı görüyorum, sen çekmiyormuşsun düğün fotoğrafını“ diye. Kimsede olmayan kare bende var.
Kadınlar çalışıken beni çok seksi bulur
İçimdeki fırtına dinsin korkularımdan kurtulayım yeteneğimden bile vazgeçerim
Haberin Devamı