Haberin Devamı
Gizli örgütlere girenlere ‘yakalanınca adınızı söylemeyin’ derler…
Çünkü baskı altında bir kere adını söyledin mi artık sonrası bir zaman meselesidir…
Er ya da geç her şeyi anlatırsın.
Aşk da böyle…
Düşersen, yakalanırsan asla adını söylememen, duygularımın geri kalanını saklarım sanarak ilk itirafı yapmaman gerekiyor…
Karşındaki seninle birlikte konuşana kadar beklemen gerekiyor…
Yoksa ruhunun tüm derinlikleri acıya açılmış oluyor… Oysa aşık olduğunda, tıpkı işkence görenler gibi bir yanın yüzlerine her şeyi haykırmak ister.
Susmak… Acıya dayanıklı olmak bile o acıdan daha fazla incitir her yerini.
Bagırmak istersin…
Diğer yanınsa daima tehlikeye karşı seni korumak için uyarır…
“Bırakma kendini.”
Bazen sizin de içinizden geçmiyor mu “keşke aşk tümüyle bir teslimiyet olsa” diye…
Acısından korkmadan acısa her yanımız. Sakınmak, korkmak, saklamak, aşk acısının kendisinden bile daha sancılı değil mi?
Aşık olduğumuzda, neredeyse tümü kuşkudan kaynaklanan kıskançlıklarla, intikam istekleriyle, öfkelerle, alınmalarla, bütün hayatımızı sevdiğimize bağışlama isteği beraber ortaya çıkıyor.
Bizi çılgına çeviren de bu zaten…
İşkencede canının acıması değil belki seni yenen…
Onların senin yenildiğini düşünmeleri belki de…
Tom Cruise ile Paul Newman’ın oynadığı epeyce eski bir film var…
Paranın Rengi. Şehir şehir dolaşıp, bilardo oynuyor, girdikleri bahislerle büyük para kazanıyorlar…
Ama tek bir kural var bu oyunun…
Asla bilardo oyuncularının en iyisi olduklarını karşındakine hissettirmemesi gerekiyor.
Çünkü onu yeneceğini bilen hiç kimse seninle o bahse girmiyor…
Aşk gibi…
Bazen kazanmak için önce kaybetmen gerekiyor…
O kaybedişe dayanıklı olman gerekiyor.
Hepimiz aşık oluyoruz…
Herkes birilerini seviyor…
Ama acaba kaçımız, kaybetmeye dayanamayacağımız, hayran olduğumuz, yokluğunda savrulacağımız, bizi güçsüz bıraktığını düşündüğümüz birine aşık olabilir?
Kaçımız sonra kazanacağımızı bilsek bile o ilk oyunu kaybetmeyi göze alır?
Kaçımız endişelerle korkulardan, öfkelerden, kıskançlık nöbetlerinden geçerken sevdiğine tutunur?
Kaçımız sevdiğimizi kazanmak için önce onu kaybetmeyi göze alır?
Aşk, o çok lezzetli meyvesini çok geç veren sihirli bir ağaç gibi…
Ne zaman susacağını, ne zaman konuşacağını, ne zaman sulayacağını, ne zaman çok fazla su vermemen gerektiğini bilmen lazım.
O meyveyi tatmayı beklerken çekeceğin acıları sineye çekmeyi öğrenmen lazım.
Keşke öyle olmasa dediği oluyor insanın, ağacı bulduğunda meyveyi de bulsan, bunca uğraşmasan, konuşmak isterken susman gerekmese, susmak isterken konuşmak zorunda kalmasan…
İnsanın içinden böyle geçiyor ama…
Belki de meyveyi öylesine lezzetli kılan onu beklerken çekilen bu çile, kimbilir…
Küçük bir öneri: Bu yazıyı Sade’nin Still İn Love With You şarkısını dinleyerek okuyun…