Ne düşünüyorum biliyor musunuz?
Gelmiş geçmiş bütün büyük aşklara baktığımızda, bağlanılanların, uğruna hayatlar yakılanların hepsi ihanete, ölüme, bencilliğe, deliliğe, hoyratlığa yakın duranlar…
Nedense büyük aşklar masumlar arasından çıkmıyor.
En sevilenler en defolular oluyor genellikle…
En zehirlilere, bizi en fazla yaralayacak olanlara bağlanıyoruz.
Oysa hep en akıllı, en yakışıklı, en güzel, en masum, en zekiyi arayıp duruyoruz…
Onları seveceğimizi, onlara bağlanacağımızı düşünüyoruz.
Ama her seferinde gidip en güçsüze, en zalime, zayıflıkları, çarpıklıkları, hastalıkları, korkuları en fazla olana bağlanıyoruz.
Ve artık neredeyse eminim ki insanları birbirlerine sevgileri değil, zayıflıklarının benzerliği bağlıyor…
Zayıf yerinden benzersen, bu kopamayacağın en güçlü bağı yaratıyor.
Size de öyle olmuyor mu?
Kitaplarda, filmlerde, gerçek hayatlarda bu böyle değil mi?
Ölüme, deliliğe, zayıflığa, bencilliğe, kendini beğenmişliğe, vurdumduymazlığa kayıtsız kalamıyoruz.
O gizli yerlerimize yerleşmiş, en karanlığımızda duran zayıflıklar birbirimize çekiyor bizi.
Ama her karanlığa da bağlanmıyoruz tabii…
En parlağını seçiyoruz.
Hem ona bağlanıyoruz hem ona acıyoruz, hem onu çok kıskanıyoruz hem de bıyık altından küçümsüyoruz.
Ve neredeyse her defasında, bu karışıklığın ortasında hep aynı tuzağa düşüyoruz.
O en sevdiğimize, o en bağlandığımıza, o en zayıfına bir zaman sonra düşmanlık duymaya başlıyoruz.
Yaralanmış oluyoruz çünkü…
Zayıflıklar ağır gelmeye, o bağlandığımız hoyratlıklar sevimsizleşmeye başlıyor.
Bir insanın sevdiğine düşman olması kadar taşınması zor bir duygu ikiliği yoktur herhalde.
Bir ilişkiyi aşktan bile fazla hırpalayacak şey, bana sorarsanız bu karmaşa.
Sevdiğine düşmanlık duyarsan, o birbirine benzeyen zayıflıklar her yanınızı kanatıyor…
Ve bir defa kanamaya başlarsanız, o ilişkiden bir daha hayır gelmiyor.
Biribirini seven ama birbirine düşmanlık duyan, yaralanmış, o yaranın acısıyla biribirini daha fazla acıtmak isteyen, acıttıkça ve canı yandıkça daha çok bağlanan, bağlandıkça düşmanlık duyan, içinden asla çıkabileceğine inanmadığı bir ilişkinin parçası haline gelen iki ayrı kişiye dönüyor insan…
Geçenlerde sevmesini çok iyi becerdiğini düşündüğüm bir arkadaşım sevgilisi için ‘onu tüm zayıf yanlarıyla seviyorum ama onun çok da acı çekmesini istiyorum’ dedi.
Bütün bunları, o anlatırken gözlerinde gördüğüm acı düşündürdü bana.
Sakindi, sevdiğini söyleyebilecek kadar güçlüydü ama çok yaralanmıştı belli ki…
Ona, onun sevgi zannettiği şeyin aslında zayıf yanlarının birbirine benzerliği olduğunu söylemedim.
Belki söylesem rahatlayacaktı…
Ama kırk yılllık hayatımda pek az şey bilmeme rağmen şunu çok iyi biliyorum ki, eğer o tuzağa düştüyseniz, eğer sevdiğinize düşmanlık duymaya başladıysanız, uzun bir süre hasta kalacak ama iyileşmek için o hastalıktan kurtulmak yerine o hastalığa sarılmak isteyeceksiniz.
Hastalıktan kurtulmak, aradaki tek bağı da koparmak olacaktır çünkü.
Halbuki o anda o kopmak istemez insan.
Ne acısından ne geçmişinden ne öfkesinden ne düşmanlığından…
İyiliği, hastalıkta aradığı bir dönemdedir.
Onu zamanın şefkatli kollarına bırakmaktan başka çare yoktur.
Bu hastalığı ancak zaman iyileştirecektir çünkü.