Beklenmedik bir anda bir yılbaşı kartının üzerinde gelmese, ben de unutmuştum onu...
Hani şarkıcıların albümlerinde çok güzel olmasına rağmen öne çıkamamış, sesi çok duyulmamış şarkıları vardır ya, yazarların da öyle yazıları var bence...
İşte bahsettiğim de o yazılardan biri...
Ahmet Altan’ın İçimizde Bir Yer kitabında çok sevdiğim ama sesi tam çıkamamış yazısı...
Küçük Gelin ve Eleni...
Okumayalı,o aşkın ruhumda yarattığı depremi hissetmeyeli oldukça uzun zaman olmuştu...
İlk okuduğumda çok uzun sure o üç kişiyi düşünmüştüm...
Acılarını asalatleri arkasına saklayan bu üç kşiyi...
Hep merak etmiştim aslında en çok hangisi acı çekti acaba diye...
İşte yılın bu son günü, hepinize sonu daha iyi bitecek böyle kuvvetli aşklar diliyorum...
Bu aşkı seveceksiniz...
‘Bu size anlatacağım gerçek bir hikâye.
Ağaçların kendi gölgeleriyle yalnızlaştığı, gökyüzünün eflatuniye döndüğü bir akşam vakti, sessiz bir ormanın kıyısında güzel bir büyücü gibi hiç yaşlanmadan yaşayan mavi gözlü bir kadından dinledim.
Babası, daha doğduğunda kızına duyduğu hayranlıktan olsa gerek adını inci koymuş.
Çocukluğu, yazarların, sanatçıların, şairlerin; gençliği, çevresinde kümelenen hayran bir erkek kalabalığının arasında geçmiş İnci Hanım’ın. Yirmi yaşlarında eski bir Osmanlı ailesinin oğluyla evlenmiş.
Kayınpederi, Cumhuriyet’in ünlü “vekillerinden” biriymiş, o sıralarda seksen yaşını sürüyormuş, garip tabiatlı, insanlara biraz yabancı bir adammış, her Çarşamba akşamı evden çıkar, kimsenin bilmediği birileriyle buluşurmuş.
Evlendiklerinden yaklaşık iki yıl sonra bir gün telefon çalmış. Kayınpederi kırık bir sesle, “Küçük gelin” demiş.
Ben Beyoğlu’nda Markiz’deyim, buraya gelebilir misin?
Tabii efendim.
Ama seni aradığımı kimseye, kocana bile söyleme.
Peki efendim.
Hazırlanıp Beyoğlu’na gitmiş.
O gittiğinde, kayınpederi, duvarlarında dört mevsimi resmeden büyük tabloların bulunduğu Markiz’in küçük yuvarlak masalarından birinde oturmuş, konyak içiyormuş. Kederli bir hali varmış. Bir zaman sessizce oturmuşlar, İnci Hanım, kayınpederinin ne söyleyeceğini tedirgin bir şekilde bekliyormuş.
Bu anlatacaklarım tamamiyle aramızda kalacak, İnci Hanım başını sallamış.
Ve kayın pederi anlatmaya başlamış.
Gençliğinde bir Rum kızı sevmiş, adı Eleni’ymiş. Kız da onu çok sevmiş. Uzun süren bir aşk yaşamışlar. Ama daha sonra, oğullarının bir Rum kızıyla olmasını istemeyen ailenin baskısı başlamış. Baskılara dayanamayıp ayrılmışlar.
Kayınpeder, bir başka kızla evlenmiş. Eleni’yi unutmaya çalışmış. Aradan yıllar geçmiş. Birgün çalıştığı yere bir kadın gelmiş,odasına girip karşısında durmuş. Gelen Eleni’ymiş. Heyecanla, pişmanlıkla, unutmaya çalıştıkları acıyı yeniden hatırlayarak bakmışlar birbirlerine.
Ben evlendim, demiş Eleni.
Kayınpeder sesini çıkarmamış. Eleni devam etmiş.
Ama seni unutamadım. Kayınpeder, ne söyleyeceğini bilememiş.
Seni görmeden yaşayamayacağım, demiş Eleni, seni görmek zorundayım.
Hikâyenin burasında, kayınpeder, “küçük gelin” dediği İnci Hanım’ın yüzüne bakmadan kendine bir konyak daha söylemiş, konuşmadan beklemişler. Konyağı geldikten sonar kayınpeder devam etmiş.
Ondan sonra her Çarşamba akşamı Eleni’nin evine gitmeye başladım.
Eleni, kocası ve kayınpeder Çarşamba akşamları birlikte oturup içki içiyorlarmış .Sohbet ediyorlarmış.Başka hiçbir şey yapmıyorlarmış. Bir kez bile gizlice buluşmamışlar. Birbirlerine dokunmamışlar. Sadece konuşmuşlar. Birbirlerine bakmışlar. Karısının, bu erkeği görmeden yaşayamayacağını anlayan Eleni’nin kocası, bu bitmeyen aşkın bir tanığı, hattâ yardımcısı olmayı kabul etmiş.Kayınpeder ise karısına hiç bir şey anlatmamış. Yalnızca, Çarşamba akşamları gideceğini ve arkadaşlarıyla buluşacağını söylemiş ve bu konuda hiç bir itirazı Kabul etmemiş.
Yıllarca devam etmiş Çarşamba buluşmaları, iki kişilik bir aşkı, üç kişilik bir sır olarak yaşamışlar.
Kayınpeder, Markiz’in pencerelerine çarpan yağmura bakarak, “Dün gece gene gittim” demiş.
Evde kimse yoktu, kapıyı kimse açmadı.
Sonra kederle eklemiş.
Eleni pazartesi günü ölmüş.
Orman kararmaya başlamış,ağaçların tepelerinde, çekilmekte olan güneşin solgun yaldızları kalmıştı.
“Ben de o zaman kendime bir konyak istedim,”dedi İnci Hanım. Sonra ağaçlara bakarak ekledi: Ağladım, çok ağladım.
Bunu söyledikten sonar sustu. Gözlerinden yayılan mavi ışığın içinde sessizce kayboldu.
Ben bir şey söylemedim. Kararan ağaçlara baktım. Gece, ormanı ve bizi yalnızlaştırarak çöktü.’