Hisleri çok güçlüydü babamın, ölmeden önce suikastın rüyasını görmüştü

Haberin Devamı

Bugün Uğur Mumcu’un 17’nci ölüm yıldönümü. 11 yaşındaydınız babanız öldürüldüğünde. 11 yaşında ölümü kavrayabiliyor mu insan? Siz nasıl yaşadınız o günü...

Bir anda kavrayıp, bir anda büyüyorsun. Aslında ben de gidecektim annemlerle o gün... Eğer gitseydim, muhtemelen ben de ölecektim çünkü her zaman babamla arabaya binerdim, yanına otururdum hemen. Annemle ağabeyim gelene kadar babamla arabada vakit geçirirdik. Renault 12’den bahsediyoruz, ısıtmak gerekiyordu, bilirsiniz. O gün garip bir his geldi bana, gitmek istemedim babamlarla. “Gelmek istemiyorum” dedim. Hayatımda böyle bir duygu bir daha da yaşamadım zaten. Babam beni evde yalnız bırakmak istemediğinden annem babamı ikna etti ve evde kaldım. Babasının kızıydım. Babam önce çıktı evden, annem arkadaydı, kapı kapama sesiyle de bir patlama oldu zaten. Anahtarım yok diye dışarı çıkmadım. O sırada elektrikler kesildi. “Trafo patladı herhalde” diye düşündüm. Annemler de geri gelmedi, “Demek onlar çoktan gitti” dedim içimden. Ama bir süre sonra telefonlar çalmaya başladı. “Gerçek mi?” diye soruyorlardı. Sonra komşumuz Ayça geldi. Annem onu göndermiş. Piyano çalardım o dönem, beni öyle oyaladı. Ardından eniştem geldi. Bir saat içinde de ev çok kalabalık oldu zaten. Annem geldi sonra. Abim de 15 yaşındaydı. Bulutsuzluk Özlemi’nin konserine gitmişti o gün.



-Anneniz size hemen söyledi sanırım değil mi babanızı kaybettiğinizi?

Annem özellikle kendi söylemek istedi sanırım. Hayatın ilk 11’indeydim daha ama annem ve yanında kırmızı burunlu ağlamış insanlar hatırlıyorum, “Yiğit ol yavrum baban öldü” dedi. Şok geçirdim ve tam o sırada fotoğraf çekildi. İçerisi dolmuş bile, limon kolonyası döküyorlardı bana, hâlâ nefret ederim limon kolonyasından. O sırada Erdal ve Sevinç İnönü geldi. Böyle bir ortamdı.

-Abiniz Özgür Mumcu, konserdeydi dediniz.

Bulutsuzluk Özlemi konserine gitmişti. Nejat Yavaşoğulları’yla bunu sonradan konuştuk. Abimin konserde olduğu bilindiği için bir aile dostumuz gidip alıyor... Bulutsuzluk Özlemi’ne haber veriyorlar, anons falan ediyorlar, abimi buluyorlar. Arabaya binince de “Baban kaza geçirdi, GATA’ya götürüyorlar” diyorlar. Abim de zeki bir insandır “GATA ne alaka, babam askermi ki” diyor. Sokağa girince arabayı görünce anlamış. Tam o sırada arabayı çekici üzerinde götürüyorlarmış. Araba korkunç bir haldeydi zaten. Direksiyon yukardaydı.



11 yaşındaydım ama adım adım bir şeylerin geldiğini hissetmiştim



-Hâlâ aynı evde misiniz? O sokakta?

Zaten büyük bir travma yaşıyorduk, çıkarsak evden anıları da bırakırsak bu çok sert bir hâl alacaktı, belki de o nedenle ayrılmadık. Evi değiştirmek ya da anıtı her gün görmek o kadar etkilemiyor, çünkü olayın ardından bir bakkala girdiğimde babamın resmiyle karşılaşıyorum ya da gece otobüste uyuyakalmışsın gözünü bir açıyorsun herhangi bir şehirde Uğur Mumcu Bulvarı var, arkadaşlarınla buluşup belki biraz eğlenmek için yola çıkmışsın. Bunlar bir çocuk için çok zor şeyler. Ama bir şekilde alıştık.

-Abiniz ve siz neler olduğunun farkında mıydınız yoksa yıllar içinde büyüdükçe mi babanıza ne yaptıklarının farkına vardınız?

Adım adım bir şeylerin geldiğini hissediyordum ben. Teyzemlerdeydik, Bahriye Üçok’un öldürüldüğünü öğrenmiştik, hemen eve gelmiştik iyi hatırlıyorum günü... Muammer Aksoy, Çetin Emeç yakın aralıklarla öldürülmüştü. Bunlar evde çok yoğun konuşuluyordu, hapishanelerden babama el yapımı tespihler geliyordu. Niye geliyor bunlar, mektuplar. Son beş senedir, evde çalışıyordu. Yan daireyi de katmıştık. Hâlâ duruyor orası, 45 bin kitaplık kütüphanemiz var. Arşivlerin hepsine bakıldı zaten. Geceleri çalışırdı babam. Printer sesi gelirdi içerden. Bilirdim ne çalıştığını. Çalıştığı şey neyse karakterlerini yaşar gibi anlatırdı bize. İçine girince öyle bir özelliği vardı, tekrar canlandırarak anlatırdı. Hiçbir zaman bir haberi alt metinsiz okumazlardı annemler. Bütün gazeteler okunurdu. Babam son dönemlerde ne çalışıyordu biliyorduk. Çünkü evimizin içinde konuşulurdu, babam anlatan biriydi.



11 yaşındaydım. Pasif, alıngan, girişken olmayan, sessiz bir çocuktum. Olaylar beni bambaşka biri yaptı. Fotoğraf çekiyorum, şarkı söylüyorum, şubat ayında caz dersi almaya başlıyorum.



Mehmet Ağar o meşhur tuğlanın altında kaldı, öyle gözüküyor



-Peki, 17 yıl da geçti. Siz bir sonuca varabildiniz mi? Ve aileniz?

Kendi adıma şunu çıkarttım yıllar içerisinde, babamın gerçeğe doğru ilerlediğini düşünüyorum.

-En son çalıştığı konuyu, PKK ve MİT ilişkisini, Öcalan’ın MİT elemanı olduğunu söylüyorsunuz değil mi?

Evet. Baki Tuğ’la 25 Ocak günü randevusu vardı ve muhtemelen Apo’nun MİT ajanı olduğuna dair bir belgenin izine ulaşmıştı. Bu belgeyi aradığını da biliyordum. Üzerine hiç gidilmedi. Baki Tuğ’la görüşüldü mü hiç bilmiyorum. Adım adım gittiğimiz, babamın araştırma teknikleriyle de gittiğimizde -çünkü amcam da halam da hukukçu- bir yere kadar gittik ve o meşhur duvar çıktı karşımıza. “Tuğlayı çekemem, çekersem duvar yıkılır demişti” Mehmet Ağar, annem de “Çekmezseniz siz de altında kalırsınız” demişti. O konuşma gerçek, şahitleri de var. Mehmet Ağar altında kaldı herhalde o duvarın, öyle gözüküyor.



İ lk defa acıları olan biriyle röportaj yapmıyordum ama bu sefer benim için gerçekten çok zordu. O acının üzerinden 17 yıl geçmesine rağmen zordu. Çünkü babanın ne demek olduğunu bilirsen geçen yılların hiçbir önemi olmaz, o acı önünde eğilirsin ancak. “Babasının kızıydım” dedi. Gözleri doldu bunu söylerken. Elim ayağım titredi, çok korktum ağlayacak diye, çok korktum acısını gösterdiği için utanacak diye, ben Özge’nin acısından çok korktum. 28 yaşındaki Özge Mumcu babası Uğur Mumcu’yu alçak bir saldırıyla kaybettiğinde 11 yaşındaymış. Nasıl korkmam? Arabasını evin önünde patlattılar nasıl korkmam? Babamı çok severim nasıl korkmam? Türkiye’de yaşıyoruz nasıl korkmam? Özge anlattı ben dinledim, ayrılırken ona sıkı sıkı sarıldım. Ve korktuğumu ona hiç belli etmedim.



Patlamada babamın bedeninin düştüğü bahçe şimdi park oldu



İlk yıldan itibaren her yıl bugün anma töreni düzenliyoruz. Birkaç yıl içinde de 24-31 Ocak haftasını Adalet ve Demokrasi Haftası olarak düzenleme kararı alındı. İlk yılın kasım ayında insanlar bir şey bekliyordu aileden, iki ay içinde organize olarak bir kapalı spor salonunda 5 bin kişinin de katıldığı bir anma etkinliği yapıldı. Yıllar boyunca çok değerli tiyatrocular, müzisyenler maddiyatı düşünmeden anma etkinliklerinde katılımcı oldu. 2000’den itibaren ise bu haftalara isim koyduk, güncel siyaseti de yakalamak için, bu sene başlığımız “Hukuk Devleti, Hepimiz İçin.” Alt başlığı da 24 Ocak’ta Uğur Mumcu Sesleniyor “Güdümlü hukuk, peşin yargı, siyasal kin.” Bu yıl içlerinde demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, meslek odalarının, gazetelerin ve siyasi partilerin de bulunduğu 42 kuruluş etkinliklere katılıyor. Paneller, konferanslar, dinletiler, tiyatro oyunları olacak. 24 Ocak’ta sokakta sinevizyon gösterisi yapacağız adı “Buradaydık.” Patlamanın olduğu yerde şimdi bir anıt var, su deposunun bahçesiydi orası park oldu. O şiddetli patlama olduğunda babamın bedeninin düştüğü karlar içinde olan o bahçe işte, resmi hatırlarsınız. Annem çok uğraştı ve orası park oldu.



Hangi örgütün yaptığının önemi yok, taşeron firma gibi görüyorum bunları, emri veren kim?



-Kızı olarak yapanı mı yoksa yaptıranı mı bulmak istiyorsunuz?

Babamın ulaştığı gerçekleri de engellemek için, herhangi bir örgüt kullanılmış olabilir. Kürt kimlikli olur, siyasal İslam kimlikli olur ya da öldüren siyasi bir ideolojiye sahipmiş gibi gözükebilir. Ama bu cinayetin siyasi ideolojiye sahip olup olmamasından ziyade, gerçekten kim yapmış olabilirle ilgilenmek istiyorum. Emri veren kimdir? Çünkü Türkiye’de o sırada 90’dan başlayan suikastlar ideolojik kavgayı körükledi ve çoğu da siyasal İslam kökenli örgütlerin öldürdüğü söylenen cinayetlerdi. O konjonktürde bunu kullanmak işlerine gelirse bunu kullanırlar. Hrant Dink suikastında da Ermeni kimliği üzerinden bir şey kurmak isterlerse onu kullanırlar. Çünkü bunlar büyük infial yaratacak eylemlerdir ve toplumu parçalayacak eylemlerdir. Bu kimlerin işine yarar ona bakmak lazım.

-Sizce Uğur Mumcu kurban mı seçildi, hedef miydi?

Öldürülen kimse kurban değil bence. Siyasi cinayetlerde herkes hedeftir. Ve iç içe bu. Şunu söylemek istiyorum, konjonktürel olarak uygun olduğunda taşeron örgüte verirsin işi, o da öldürür. Kimin yaptığının bir önemi var ama kimin yaptırdığı daha önemli.



Cenazede tabutu ellerde dolaştırma lafı geçmişti. Annem ’Sandığınızdan çok daha fazla kalabalık olacak, tabutun parçalanmasını istemiyorum’ demişti. Onun üzerine organizasyon yeniden yapıldı.

Erbakan geliyor, annemi kızı zannediyor, halamı karısı zannediyor. Babam da gündelik hayatın mizahını çıkarma vardı, cenaze evinde de hayatta da buna devam ediyoruz.

Toplumsal bir figür olmuş kaybettiğiniz babanızın ardında durmak güzel ama çok zor. Çok yorucu yanları var. Bireysel yaşama müdahale eden ve aslında onu da besleyen yanları var. 13-14 yaşındayken bütün yazılarını bilmem gerekti, öyle hissediyordum.

Gazeteler kartondan maket evler veriyorlardı. ’Baba Cumhuriyet niye vermiyor?’ demiştim ’Kızım parası yok onların’ demişti... ’Ama verse Anıtkabir verir değil mi?’ demiştim, çok gülmüştü babam.

Bilip söylemediği bir şey yoktu. ’Demirden korkan trene binmez’ derdi. Cesaretini açıklayan şey budur. Susurluk’u çözmüştü. Çatlı’nın adını ilk yazan kişidir Uğur Mumcu.

Gitmedikleri davet yoktu. Çocuklu aktiviteler. Karı-koca gezerlerdi. Her cuma yakın aile dostarıyla yemek yenirdi. Pazar balık yenilirdi. Yürüyüşe çıkılırdı. Düzenli, iyi bir aile hayatımız vardı.

Haksızlığa karşı bir öfke duyuyorum ki, hâlâ Uğur Mumcu Vakfı’nda çalışıyorum. Ve işlerin yürümesine çalışıyorum, yoksa bambaşka bir sürü iş yapabilirdim. Yeteneklerim bununla sınırla değil yani. Dolayısıyla bu benim hayat yolum ve haksızlığa karşı kurulmuş durumda.

Mezara pek gitmem. Yıldan yıla gidiyorum.



Bana “Sen büyüyeceksin ama ben senin yanında olamayacağım” derdi



-Çok fazla senaryo var suikastın sebebiyle ilgili. Özel olarak inandığınız ya da kanıtların daha güçlü olduğu bir tanesi var mı?

Çok iç içe geçmiş ilişkiler bunlar. Yumak yumak birbirine dolanmış. O yüzden neresinden çekersen, aklının yatacağı bir hikaye çıkıyor karşına.

-Son zamanlara daha artan bir tedirginliği var mıydı? Ya da evde anlattığı özel bir durum?

Silahı ve çelik yeleği vardı. Üç senedir falan bunlar vardı. O ay içinde şöyle ilginç bir olay var. Rüyasında, kendisini yukarından kendisine bakarken görmüş ve bacakları yokmuş. Patlamada bacakları kopmuştu babamın. Sezgileri çok güçlüydü. Hisleri çok kuvvetliydi. “Bilmem kim ne yapıyor acaba?” derdi, bir arardı, adam ölmüş mesela. O rüya onu etkilemişti. Şunu hatırlıyorum “Sen büyüyeceksin, araba kulanacaksın, evleneceksin, ama ben yanında olmayacağım” derdi. “Niye?” deyince de “Bastonlu olacağım o yüzden ama yanında olamayacağım” derdi. Hissediyordu nedense uzun ömrü olmayacağını.



Annemi o günlerde ağlarken hiç görmedim, açıkçası biz de ağlamadık, acımızı göstermedik



-Çözüleceğine inanıyor musunuz bu cinayetin?

Çözülebileceğine inanmak isterim ama hiç inanmıyorum. Tecrübelerimiz bunu gösteriyor. Ama inanmak istediğimiz için de, aile olarak, bugüne kadar ne yapılması gerekiyorsa yaptık. Şurada 57 dosya var, hepsi Umut Operasyonu davası dosyaları. Bombayı koyan bulunmadı. Bulunsa dahi Kudüs Savaşçılarının yani eylemleri yapan örgütün, terörün taşeron firması gibi çalıştığını düşünüyorum. Arkasında kim var hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz, biliyorum. Savsaklanmış bir soruşturma süreci var tüm siyasi cinayetlerde. Muammer Aksoy’un oğlu suikast günü olay yerine gittiğinde “Oğluyum” deyip girmiş. Kimse kimlik mimlik sormamış. Bizimkinde de Demirel gelecek diye sokağı süpürdüler, tüm delilleri yok ettiler. “Akıllarına koymasın, Kennedy’i bile vurdular Uğur Mumcu’yu mu vurmayacaklar” dedi Demirel. Siyasiler böyle yaklaşırsa cinayetleri nasıl çözeceğiz ki? Toplumsal bir olayda bireysel kavgamızı veriyoruz.

-Anneniz Güldal Mumcu, amcanız Ceyhan Mumcu, halanız suikastın çözülmesiyle ilgili 17 senedir uğruşıyor. Siz ve abiniz...

Cinayet soruşturmalarına annem bizi dahil etmek istemiyordu. Ama konuşuyorduk. Abim de ben de hep içindeydik. Aile çevremiz birbirine çok bağlıdır. Amcalar, halalar, dedeler, kuzenler bizi pamuklara sardılar. Annem bizi korumak adına geride tutmak istedi. Mahkemelere gitmedik. Annemi o günlerde ağlarken hiç görmedim. Biz de ağlamadık açıkçası. Yani bizim ağladığımızı da kimseler görmedi. Gece yatağımda ağlardım. Evimiz yabancı doluydu çünkü. Vardır ya yabancıların içinde öyle ağlayıp zırlamak olmaz, dik durursun, böyle bir kültür vardır, çocuk da olsan bunu o an yapıyorsun. Uzun süre yalnız kalmadık. Ailemiz seferber oldu. Olay sürekli haberlerde, her yerde karşınızda ama siz evde bir taraftan da toparlanmaya devam ediyorsunuz. 15 gün sonra okuldaydım. Zaten sömestir tatilinin üçüncü günüydü. Okul açıldı okula gittim, metametik sınavı gelince ona girdim.

DİĞER YENİ YAZILAR