Haberin Devamı
Anna Karenina filmini görmeye gittim.
Büyük bir aşkı yaşayabilmek, aşkından vazgeçmemek için her şeyinden, hatta hayatından vazgeçen tutkulu bir kadının unutulmaz hikayesi.
Tolstoy’un muhteşem kaleminin insanlara armağan ettiği kahramanın, okuyan herkesin içine işleyen kaderi.
Çıkarken aklımda herhalde herkesin sorduğu soru vardı:
“Anna Karenina olmak istemeyecek bir kadın var mıdır?”
“Ben olmak istemem, ben aşk için hayatımı mahvetmem, ben aşk için ailemi bırakmam” dese bile Anna Karenina’nın bedelini hayatıyla ödediği aşkı “İstemem” diyecek kadın var mıdır?
Bu romanı böylesine unutulmaz yapan anlatımının görkemi kadar belki de bu soru.
Cevabı zor bir soru çünkü bu.
İlk akla gelen cevap:
“Evet, her kadın Anna Karenina olmak ister, bir aşkı ölümüne yaşamak ister.”
Aslında bu doğru bir cevap.
Her kadın ister bunu gerçekten.
Sorunun zorluğunu gösteren ardından gelen ikinci soru:
“Peki, neden her kadın Anna Karenina olmaz ya da olamaz?”
Kadınların o korkunç ikilemi çıkıyor işte ortaya bu soruyla.
Belki de kadınlığın ikilemi.
Çünkü tercih, doğanın kadına verdiği iki içgüdünün çarpışmasını da ortaya koyuyor.
Güvence arayışı ve aşk isteği...
İnsanlar kadınlarıyla çoğalıyor.
Hayatın devamı için kadınların doğurması, doğurduğu çocuğu koruması ve onu koruyabilmek için içgüdüsel bir şekilde “güvence” araması gerekiyor.
O güvence arayışı, doğanın kadının içine yerleştirdiği bir içgüdü, hayatın devamı için gerekli bir korkaklık...
Kadının belki de hayatını mahveden zaaf...
Ama kadının içinde, aynı şekilde en iyi erkeği seçmek, en iyi erkeğe aşık olmak gibi bir başka içgüdü daha var.
O da hayatın devamı için gerekli...
Kadın en iyiyi, en güçlüyü, en sağlamı seçecek insanlığın güçlü bir şekilde devam edebilmesi için.
Öyle birini bulduğunda ya da öyle olduğuna inandığı birini bulduğunda aşık olacak.
O erkek için her şeyi göze alacak.
Anna Karenina, bu iki içgüdünün çarpışmasında “güvence” arayışının yenilgisini anlatıyor.
Bunu anlatıyor ama “güvence” yerine aşkı tercih etmenin sonunda Anna’nın hayatını kaybettiğini de anlatıyor.
Bilerek ya da bilmeyerek “güvenceyi” tercih etmemenin bir cezası olduğunu söylüyor.
Anna Karenina herkesin ilgisini çeken bir kahraman, çünkü güvence yerine aşkı seçen kadınların sayısı çok az...
Bir kadının bunu yapabilmesi için diğer kadınlardan çok farklı olması gerekiyor.
Bu öylesine büyük bir fark ki, bu farklılığı yaşayan kadının hayatı unutulmaz bir roman, defalarca çevrilen bir film oluyor.
Bütün kadınlar Anna Karenina olmak ister.
Ama çok az kadın Anna Karenina olabilir.
Onun için bu roman bu kadar çok okunuyor.
Anna olamayacak kadınlar, olmak istedikleri kadının hayatını okurken ya da seyrederken onun gibi yaşayabiliyorlar çünkü.
Aslında çok istedikleri bir heyecanı ve macerayı “güvenceli” koltuklarında yaşamayı tercih ediyorlar.
Her kadın Anna Karenina olmak ister.
Her kadının içinde bir Anna Karenina var.
Olmaması mümkün değil.
Ama o Anna’yı yaşayamadan öldüren o “güvence” isteğinin zehri de var.
Ölü Anna’larla dolu kadınların ruhları...
Belki de onun için bu kadar çok ağlıyoruz.
İçimizde taşıdığımız kendi Anna’larımız, öldürdüğümüz Anna’larımız için.
O gizli, söyleyemediğimiz “yas” için.
Anna Karenina aslında bize o yasımızı anlatıyor işte.
O hiç bitmeyen ikilemimizi ve o hiç bitmeyen yasımızı anlatıyor.