Haberin Devamı
Herkes birbirinden saklanıyor gibi gözükse de aslında hepimiz kendimizden saklanıyoruz bence.
Kadınlara bakıyorum…
Erkeklere bakıyorum…
Kimse kendisi gibi değil.
Gözyaşları kaybolmuş mesela…
İnsanlar üzüldüklerinde ağlamıyorlar artık, farkında mısınız bilmem, kimse kimse için ağlamıyor sanki.
Acılara değil, öfkelere rastlıyorum çokça…
Gözyaşları yerine saldırgan kelimeler dökülüyor etrafa.
İnsanlar birbirlerinin sevgilerine ihtiyaç duyuyor ama gittikçe bu ihtiyaçtan kaçıyorlar.
Ne oldu da insanlar, kadınlar, erkekler birbirlerine bu denli kızdı, küstü?
Bilmiyorum.
Kadınlar nerede?
Bir erkeğin bir ömrü koynunda tüketmek isteyeceği, her dokunuşuyla o erkeği bir daha doğuracak olan o kadınlar nerede?
Erkekler nerede?
Bir kadını sevecek, dostları en korktuğunda bile onlara ‘korkma’ demeden yalnızca yanında duracak, belki omzuna dokunarak güven verecek o erkekler nerde?
Hepimiz hepimizi arıyoruz…
Hepimiz kendimizden saklanıyoruz.
Kendimizden mi korktuk bu kadar?
Bir şeye mi çok üzüldük?
Canımız mı yandı, bir yerimiz mi acıdı?
Niye söylemiyorsunuz?
Niye ağlamıyorsunuz?
Her gerçek duygu bizi ele verecek diye mi korkuyorsunuz?
Peki ne saklıyorsunuz bu kadar?
Aslında ne kadar çok sevilmek istediğinizi mi?
Aslındane kadar çok sevebileceğinizi mi?
Sevgiden, seslerden, kahkahadan, sözcüklerden, gözlerden korkanlardan mı korkuyorsunuz aslında?
İnsanı seven herkesi üzenlerden, sevinçlerden haz etmeyenlerden, aykırı konuşmalardan tedirgin olanlardan, aşkı küçümseyenlerden mi korkuyorsunuz?
Kendinizden mi korkuyorsunuz?
Hepimiz sevgilerimizi, sevebilme yeteneğimizi saklıyoruz galiba...
Oysa herkes karanlık yanlarını sakladığını zannediyor.
İnsan en çok kendisini sevmekten korkuyor belki de…
Hepimiz hak etmeyen pek çok şeyi çok seviyoruz da kendimizi ‘hak etmiyoruz’ diyerek sevmekten mi kaçıyoruz yoksa?
Luc Besson’un Angel-A diye bir filmi var.
Kendini bilmeyen, kendine sürekli yalan söyleyen, yalnız bir adam ve kendisiyle barışmasını sağlamak için gönderilen bir meleğin hikayesi…
Paris’te geçiyor… Siyah-beyaz… Sadece diyaloglardan kurulu bir film.
Ama olağanüstü bir anlatım.
Akılda kalacak çok fazla repliği var.
Benim en sevdiğim diyaloglardan biri şu:
“Biri nasıl yapıldığını göstermeyince kendini sevmek çok zor” diyor AngelA Andre’ya...
‘sana söyleyen hiç olmadı,seni seviyorum Andrea’ diyor ardından ve
“Sen de sevildin; artık sevgi vermemen için sebep yok!” diye devam ediyor…
Andre aynada kendi gözlerinin içine bakıyor ve aglayarak
“Seni seviyorum Andre…”diyor kendisine.
Ve sevmeyi öğrenmek için önce kendini sevmeyi öğreniyor bir melekten.
Kadınlarla erkekler neden küstü bilmiyorum birbirlerine ama insanın kendisiyle barışması gerektiği zamana geldiğimizi biliyorum.
Kendimizden saklanmanın sonu yok.
Ne olabilir en fazla kendinizi sevseniz?
Ne olabilir karşınızdaki için gözyaşı dökseniz?
En fazla ne kadar yaralanabilirsiniz?
Kendinizi sakladığınızdan daha çok mu yaralanırsınız sanıyorsunuz?
Saklanmak yorar insanı.
Kendinden saklanmak daha çok yorar.
Kendinize hayran olabilmek için öylesine acı çekip sonra da kendinizi sevmekten vazgeçmenin acıklı olduğunu görmüyor musunuz?
Hayran olunacak birileri olmayabiliriz belki de.
Ama hepimizin var sevilecek bir yanları.
Üstelik sadece bir yanımızın sevilecek olması kusurumuz değil, bunun bir nedeni var...
Hepimiz birbirimizin tamamlayıcısıyız...
Görmek için aynaya bakmak yeter.
Aynada gözlerinizin içine bakın...
Bunun için illa bir meleğin gelmesi mi gerek?