Hiçbir yerimiz doğru olmadığı gibi korkularımız da doğru değil bizim.
Yanlış korkuları olan bir toplumuz.
Korku, cesaret kadar önemli bir canlığının varlığını koruyabilmesi için...
Ama biz her zaman kedinin fareden korkması gibi yanlış şeylerden korkuyoruz.
Yıllarca komunizmden korktuk.
Komünist olma ihtimalimiz yoktu.
Şeriattan korktuk.
Namaz saatlerinde bu ülkenin meyhaneleri, kahvehaneleri her zaman camilerden kalabalıktı, o korkularla bizi korkuttukları zamanlar...
Ama hep ‘korkardık’
Türkiye hep korkar...
Ve hep yanlış şeyden korkar...
Sanırım Türkiye’nin sırrı bu...
Şeriattan korkmamızı söyledikleri zaman şeriat tehlikesi yoktu, şimdi de ecdadımız alay konusu oluyor diye korkutmaya çalışıyorlar mesela...
Halbuki belki de ilk kez bu toplum tarihinin gerçeklerine bu kadar ilgi duyuyor.
Bu yanlış korkular, hemen hemen her zaman asıl korkmamız gereken gerçekleri gözden saklıyor.
Sır dediğim işte bu...
Vatan gazetesinde Mine Şenocaklı’nın Murat Belge röportajını zevkle okudum.
Murat Belge, Osmanlı’yı ve bugünkü AK Parti yönetimini anlatmış.
Ve çok ilgimi çeken birşey söylemiş:
‘Başbakan korkmuyor ama ben korkuyorum... Askerler geri gelirse bu şartlarda tam bir temizlik yaparlar, her şeyi yok ederler. Bu gayet de normal... Başbakan hezeyan içinde ülkeyi geriyor.’
İrkildim birden, ne kadar doğru bir korku diye.
Hayatla siyasetin bağları birbirinden iyice koptu...
Hayatın gerçekleri içinde yaşayan insanlar, karşılaştıkları sorunların cevaplarını siyasette bulamıyorlar uzun zamandır.
Siyaset adına seyrettiğimiz şey, dokunduğu her şeye çaresizliği getirenlerin, giderek hiç bir ciddi sorunla ilgilenmeden acı ve umutsuzluk yaratarak dövüşmesi.
Bu düzende hayatın aradığı cevaplar bulunmuyor.
Kendi hayatlarındaki sorunlara bugünkü siyasi sistemin içinde çözüm arayanlar şaşkınlaşıp ‘demokrasi için kime oy vereceğiz peki’ diye çaresizleşiyorlar.
Ve bunların içinde artık dindarlar da var...
Bu ülkenin aklı başında insanları bu ülkenin gidişatından korkuyor.
Ve sanırım uzun zamandır duyduğumuz en doğru
korku bu.
Hayatı yaşlı bir tavuk gibi karanlık kümeslere hapsetmemizi istiyorlar...
Seyretme, içme, düşünme, eğlenme, padişahına tap.
Hayatın, hele 2012 biterken ki hayatın genç bir tay olduğunu, koştuğunu, koşmak istediğini, özgürlükler istediğini, geniş bir alana ihtiyaç duyduğunu görmezden gelmek istiyorlar...
Hayatı sünepeleştirmek, sessiz, tatsız tutsuz bir şey yapmak istiyorlar.
Siyaset bizim ülkemizde hayatımızı çalan sistemin adı şimdilerde.
Hayatla siyaseti bağlayan özgürlük damarını koparmayı başardılar.
Özgürlüğün olmadığı bir yerde siyaset hayata cevap veremez.
O zaman ya siyaset ya hayat fazla olur.
Şimdiki düzenin yöneticileri hayatın fazla olduğunu söylüyorlar.
Yaşamamızı, düşünmememizi, konuşmamımızı, zevk almamamızı istiyorlar.
Bizi hayattan koparmak için toplumu zorladıkça da gerginlik artıyor.
Korkacaksak bu gerginlikten korkmalıyız.
Sonu ne olur bilmem ama bu gerginlikten hayırlı bir son çıkmayacağına neredeyse eminim.