Hayatın gerçeklerini reddeden bir ülkenin “genç” yazarı

Her yaşımı sadece o benim dedem olduğu için tekrar yaşamak isterim...

Haberin Devamı

Yazar, gazeteci, Türkiye İşçi Partisi milletvekili, filozof, teorisyen, büyük usta, belki sizi çok sinirlendiren biri, belki aşık olduğunuz biri zamanında, belki de hiç tanımadığınız biri Çetin Altan. Hafta başında
82 yaşını bitirdi. Çarşamba günü Milliyet Gazetesi’nde yazdığı 83 yaş yazısında “Bir daha hiçbir yaşımı tekrar yaşamak istemem” demiş. Bense her yaşımı sadece o benim dedem olduğu için tekrar yaşamak isterim...
Ben Çetin Altan’la aynı tabaktan pasta yedim... Tolstoy’un hayatını anlatan bir film görmüştüm. Orada bir sahne vardı. Bir masanın başında oturan Tolstoy, torunlarını kucağına alıp, onlarla aynı tabaktan past yiyordu. Sonra bir dede gibi değil de bir yazar gibi şöyle diyordu kucağındaki minik torunlarına:
Bir gün, Tolstoy’la aynı tabaktan pasta yediğinizi anlatacaksınız.
İşte o gün benim için bugün...
Bu haftabaşı benim dedem 82 yaşını bitirdi. Ve çok şanslıyım, 82’sinde bir dede her zaman Çetin Altan olmuyor çünkü.
Ben dedemden çok korkarım biliyor musunuz. Beni beğenmemesinden, beğenmezse sevmekten vazgeçmesinden korkarım.
83’üne bastığı bu hafta, karşınıza bu yazıyla çıkmak da çok ürkütüyor beni, gerginim, hatta yine çok korkuyorum. Ama bu yazıyı yazacağım. Dedim ya 82’sinde bir dede her zaman Çetin Altan olmuyor çünkü.
İnsan bazen korkmadan ya da en azından korkmaktan korkmadan istediği şeyleri yapmalı. Bunu da bana dedem öğretti zaten. Bana bildiğim her şeyi dedem öğretti. Bazılarında aracı kullandı. Babama öğretmiş, babam da bana öğretti.
Çocukken çok yaklaşmazdım ben dedeme.
Elimden tutup parka götürmezdi, kucağında hoplatmazdı, masallar anlatmazdı, hiç hissetmedim onun için vazgeçilmez olduğumu.
Başka dedelere benzemediğini ilkokul yaşım gelmeden anlamıştım. Ve çocuk olmanın kendine güveniyle buna aldırmıyordum.
Ama bir hesap yaparsak, ben doğduğumda hapiste olan dedem, sadece 45 yaşındaydı. Ben beş yaşındayken de 50. Türkiye’nin en karışık yıllarında dünyanın değişimini kavrayan ve bunun Marksist yorumunu yapan ilk kalemlerdendi. Hayatın neredeyse tüm gerçeklerini reddeden bir ülkeye gerçekleri gösterebilmek için tek başına dövüşüyordu.
“Tanıştırayım, Çetin Altan’ın torunu”
Sosyalizm sözcüğünü, proleterya kavramını, sömürü gerçeğini kalabalık kitleler, ilk kez Çetin Altan’ın sütununda okumuştu, yazılarıyla ortalık sarsılıyordu.
İtiraf etmeliyim ki böyle bir adamın torunu doğdu diye dede olmasını beklemek pek gerçekci olmazdı.
Ortaokul yıllarımda artık bir Çetin Altan fikri oluşmuştu kafamda. Kitaplarını okumaya başlamıştım... Bir Avuç Gökyüzü okuduğum ilk kitabıydı.
İnsanların nasıl bir coşkuyla beni birbirlerine tanıştırdıklarını hatırlıyorum “Çetin Altan’ın torunu” diye. Ne sihirli bir üç kelimedir bu benim için, bilemezsiniz. Hâlâ da öyle... “Tanıştırayım Sanem Altan, Çetin Altan’ın torunu...”
13 yaşıma geldiğimde sohbetler etmeye başlamıştık artık... Çünkü o hiçbir dedeye benzemediği gibi, kimseye de benzemiyordu. Ondan etkilenmemek mümkün değildi. Onun yazılarına, üslubuna, kitaplarına yansıyan benzemezlik yaşamında da bütün görkemiyle ortaya çıkıyordu doğrusu. Nice genç yaşlı, ünlü ünsüz, başarılı çok başarılı insanın onun parlak ışığında söndüğünü gördüm.
Artık onu tanımaya başlamıştım.
Küçük küçük yaklaşmayı denerdim başlangıçta. Anlattıkları ilgimi çekerdi. Ama sıcak bir gülümseme beklerken, ne olduğunu anlamadan öfkesi yakardı her yerimi. Fırtınaya yakalanmış küçük bir kuş gibi kaçmaya çalışırken, bu sefer de eşine az rastlanır sıcaklığı sarardı her yeri. Erirdi küskünlüğüm hemen, ama anlamazdım niye kızdığını. İnsanları tanıyana dek tabii.
Hayatımın belki de en karmaşık, anlaşılması ve çözülmesi en zor yanıydı dedem o yıllarda...
Lise yıllarıma geldiğimde baş başa vakitler geçirmeye başlamıştık artık. Yemeklere gider, dans eder, - Türklerin üç tarafı denizlerle kaplı bir toprağa sahip olmalarına rağmen denizi kullanmayı becerememelerine kızar, ben kullanmayı öğreneyim diye - küçük sürat motoruyla denizde
dolaşırdık.
Ve anlatırdı. Bıkıp usanmadan anlatırdı: Var olmanın ne demek olduğunu, beyinsel süzgeçlerden geçmeyen bir yaşamın nasıl yok olacağını, yalan söylemeye ihtiyaç duymadığın bir hayat kurmanın gerçek başarı olacağını, parayı kazanırken aldığın hazzın onu harcarkenkinden daha fazla olmasının mutluluk hanesine yazılacağını, mekanı ve zamanı kullanmayı, bugün beni ben yapan her şeyi işte...
Onu en iyi anlayanlardan biri olduğumu iddia edecek kadar onu iyi anlıyordum. Bunu bildiğine de hep inandım ama o, anlamadığımdan eminmiş gibi davranırdı bana hep. Var olmamı istiyordu çünkü. İnatla istiyordu bunu. Bütün çocuklarından istediği gibi benden de istiyordu.
Ama sonraları anladım ki yirmibeş bin köşe yazısı, altmış kitap, dört roman, dokuz piyes yazan bir yazı çılgını olarak o, bunu sadece benden değil bütün hayattan istiyor.
Sanırım bu muhteşem ve belki de korkunç talep onu bizden, bildiğimiz herkesten ayırıp Çetin Altan yapıyor. Başkalarını biçimlendiren hayatı, o biçimlendirmek istiyor. Ve bunu da bedellerini ödeyerek yapıyor.
Zeyrekhane’de doğum günü yaptık
Evet, diğer dedelere benzemedi. Bunu kimbilir daha önce kaç kere tekrar ettim ama yine söyleyeceğim, ben bir insanın dedesinin olmasının ne demeye geldiğini tam öğrenemedim ama kimsenin bilmediği bir şeyi, Çetin Altan’ın insanın dedesi olmasının nasıl bir şey olduğunu çok iyi öğrendim...
Bu yaşgünü için Zeyrekhane’de toplandık ailece ve birkaç dost...
Uzun uzun ona baktım.
Bitmeyen asla tükenmeyecekmiş gibi görünen bir enerjinin, dede olması zaten doğaya aykırı diye düşündüm...
Benim dedem Çetin Altan 83 yaşına bastı bu hafta başı. Çok büyümeme rağmen hâlâ ondan korkuyorum. Beni, yaptıklarımı beğenmeyecek diye ödüm patlıyor.
Çünkü bir yazarı tanımak, ona yakın olmak bir dedenin kusurları hoşgören sıcaklığına sığınmaktan çok daha zor. Ama onu beğenilme korkusu taşımadan seven birini de tanıyorum artık. İki yaşındaki Leyla.
Ve şimdi ne zaman korksam Leyla’nın sesini duyuyorum kulaklarımda “İyi ki doğdun büyükdeedeeeeee...”

DİĞER YENİ YAZILAR