Haberin Devamı
Dedem 82 yaşını bitirdiğinde, “Bir daha hiçbir yaşımı tekrar yaşamak istemem” demişti.
Düşündürmüştü bu laf beni.
Gelen her yeni yaştan memnun olduğu için mi yoksa hayatı geçmişe doğru düşünmeyi sıkıcı bulduğu için mi bunu söylemişti... Bilmiyorum.
Babam da, ‘genç olmayı istemem hatta hiç istemem, böyle çok iyi’ der, ne zaman gençlikten bahsetsek yüzünü buruşturarak.
Şaşırırım gençliğe bu muameleyi yapmasına...
Evet gençlik aptallık barındırır arkanı dönüp baktığında ama iyi bir tadı da vardır doğrusu...
Ya gençliklerinden benim söz ettiğim ‘tadı’ almadılar ya da ‘gençlik sonrasında’ gençliğinkini de aşan bir tat buldular.
Galiba ikinci şık onlara daha uygun.
Bugün benim doğum günüm.
Epeyce büyüdüğümü kolayca kanıtlayabilecek bir yaşa geldim artık, kırklarımın başındayım.
Bugünkü duygularımla, düşüncelerimle, en sıradan anlatımıyla aklımla, otuzlarımı yeniden yaşamak iyi olurdu diye düşünüyorum.
Kırkların aklıyla otuzlarında olmak.
“Gençken insan genç olmaktan mutlu olmuyor...
Ama kırklarına gelince seviyor insan kırk olmayı.
Büyümenin en güzel tarafı da bu zaten, artık gençliğinde olduğu kadar huzursuz olmuyor insan.
Bir sürü eksiğiyle güzel bir kırk yaş başlangıcı yaşıyorum.
Kendimi keşfediyorum...
Nasıl hassas bir kadın olduğumu ama koca bir gençliği nasıl güçlü, mükemmel ve babamın beğeneceği bir kadın olmak için geçirdiğimi fark ediyorum.
Hassasiyeti zayıflık zannetmekle nasıl bir hata yaptığımı görüyorum.
Hassasiyetimle güçlü bir kadın olduğumu kırkların başında öğreniyorum ancak.
Gençken üzüldüklerime gülüyorum şimdilerde...
Gençken güldüklerim ise sızlatıyor içimi düşündükçe.
Hâlâ korkuyorum ama korkunun da korkak bir şey olduğunu görerek...
En hızlı, korkmaktan vazgeçiyor insan kırklarına gelince.
İnsanın kendi gibi olma özgürlüğü kırk yaş.
Bana öyle geliyor ki hayata kendim olarak başladığım yaştayım.“
Geçen sene böyle yazmışım...
Tam da bugün hissettiğim gibi, tam da otuzları da böyle yaşamak isterdim dediğim duyguyu anlatmışım.
Her yeni gelen yaştan memnun oldukça, arkada bıraktığım bir iki sevdiğim yaşı baştan yaşamak istiyorum ben, yeni öğrendiğim duygularla...
Bu fikri eğlenceli buluyorum.
Otuzlarımı kırkların ‘sakinliğinde’ yaşamak hayatı nasıl değiştirirdi merak ediyorum.
Hayat Tanrı’nın bana sunduğu en büyük oyuncak...
Her yanından evirip çevirip bakmaya bayılıyorum...
Gençliğimde önümde açılıp kapanan kapıların hangilerinden, nasıl geçseydim neler olurdu diye dönüp bakmayı oyunun en eğlenceli yanı olarak görüyorum.
Gülüyor arkadaşlarım bana ‘ben Tanrı’nın yerinde olsaydım kırklarla otuzların yerini değiştirirdim’ dediğimde...
Kırklar önce olsa, yirmilerin şaşkınlığından hayatı anlama evresine geçsek ve ardından otuzların heyecanı, enerjisi, gençliği gelse, kapılarımızı açıp kolayca kurduğumuz hayatlardan çıkıp yenilerini kursak.
Böyle anlatınca fena durmuyor aslında.
Ama öyle olunca da ‘bilmemenin’, ‘cehaletin’ hatta ‘aptallığın’ hayata kattıklarından vazgeçmiş oluyorsun... Halbuki seni sen yapan hayatın içinde onların da çok önemli rolleri var.
Artık kırklarımın başında yürüyorum.
Hayatın, baştan sonra akılla yürünecek bir yol olmadığını, yapılan her aptallığın da bir tecrübe olarak senin varlığına katılıp ‘akıllanmana’ yardım ettiğini biliyorum.
Yolun buraya kadar olan kısmında yaşananlar, bundan sonra yaşayacaklarıma da pusula olacak.
O pusulayı iyi kullanmak herhâlde önemli olan.
Son sözüm şu:
Geçmişi şefkatle anıyor ama özlemiyorum...
Geleceği özlüyorum.
Ve bugün için şükrediyorum.