Hangi erkek bu kadını terk etmiş olabilir?

Haberin Devamı


Cuma akşamı İspanyol şarkıcı Buika’yı izledim...

O sahnede şarkı söylüyordu ama ben sadece onu dinlemiyor, her hareketini, davranışını, mimiklerini de izliyordum.

Gülüşünde, ellerinde, vücudunu kullanma biçiminde, yüzünde, gözlerinde, sesinde, başka insanlarda çok sık rastlamadığım bir güç vardı…

Ama gücü sizi ezmiyordu.

O gücün altında kalmıyor, tam tersine, o sahnede gördüğünüz güçle onu izlerken siz de büyüyordunuz sanki.

Sahiciliği insanı derinden etkiliyordu.

Duyduğum en güçlü seslerden birinin sahibi, bir çocuk kadar masum gülümsüyordu her alkış aldığında…

Şarkı söylediğinde ise sanki dinleyenleri yeryüzünde bırakıp gökyüzüne doğru yükseliyordu.

Ve aradaki bu mesafe o kadar kısaydı ki Buika için.

Çok uzun zamandır bu kadar gerçek, yalın ve büyüleyici bir şey izlememiştim.

Çıplak ayaklarıyla tek başına sahneye çıktı.

Ne bir enstrümana, ne bir müziğe, ne bir alkışa ihtiyaç duymadan…

“My name is Concha Buika” dedi.

“Benim adım Concha Buika.”

Ve o olağanüstü sesiyle bir şeyler anlatmaya başladı.

Sanki bütün varlığını, ruhunu sesinde taşıyor, o sesle bütün duygularını size geçiriyordu.

***


Bunun aynısı İspanyol dansı Cortes’i sahnede seyrettiğimde de olmuştu bana.

İspanyolların sahnede sahip oldukları o tuhaf sahiciliği düşündüm gece boyunca.

Cortes için yazdıklarımı hatırladım:

“Müzik Cortes’i, Cortes dansı, dans estetiği, olduğundan daha başka, daha etkileyici bir şeye dönüştürüyor.

Bütün bir toplumun yaşadıklarını, birikimini, acılarını, sevinçlerini tek bir insanın adımlarında, ani duruşlarında, keskin dönüşlerinde, ayaklarını vuruşunda izleyebiliyorsunuz.

Bir insanın o müzikle dansın içinde eriyip yok olduğunu ve o yok oluşun içinde büyülü bir estetiğin parçası olarak yeniden doğduğunu görüyorsunuz.

Sadece görmüyorsunuz.

Siz de o ritmin, müziğin, estetiğin bir parçası gibi hissediyorsunuz kendinizi.

Yüzlerce yıl acılarını, mutsuzluklarını flamenko ile ifade eden insanlar, sahnedeki dansın ritmlerinden size doğru geliyor.

O büyülü müziği ve dansın içine sızan o hüznü duyuyor, o hüznün peşini bırakmayan insanları anlatan ve flamenkoya ilham veren öfkeli kederin isyanına kendinizi kaptırıyorsunuz.

Neden ezilenlerin ve acı çekenlerin kendilerini şarkılarla, danslarla, ağıtlarla anlattığını ve neden ezenlerin en çok bunlardan korktuğunu daha iyi kavrıyorsunuz.

Cortes’i seyrettikçe kendi toplumuzun acılarını ve o acıların ezgilerini düşünüyorsunuz.

Müziğin, dansın, bazen sadece bir susuşun silahtan bile güçlü olduğunu görüyorsunuz.

‘Keşke İspanyolca bilseydim’ dedim kendi kendime...

Yaktıkları ağıtları, kızgınlıkları, anlattıkları hikayeleri bilmek istedim.”

***


Buika da aşktan, aşk acılarından bahsetti.

“Hepimiz eşitiz aşk acısı çekerken. Siz de tıpkı benim gibi ağlıyorsunuz aşk için, ben de tıpkı sizin gibi” dedi.

Gözlerimi ondan hiç ayırmadan dinlerken düşünüyordum, böyle bir sesin sahibi olan bir kadın hangi erkek için böyle üzülmüş olabilir?

Hangi erkek onu terk etmiş olabilir?

Sahnede bu büyüye sahip olan bir kadın sahneden indikten sonra neyi kaybettiği için bir adam tarafından terk edilmiş olabilir?

Buika “Aşk acısı çekerken hepimiz eşitiz” dediğinde tam da bunu mu söylüyordu?

“Rahatça ağlayın aşkınız için…

Ben bu sesimle ağlıyorum…

Siz de kendi sesinizle ağlayın” mı diyordu?

Aşk karşısında herkesin eşit olduğunu, bütün ayrıcalıkların, farklılıkların o duyguyla karşılaşıldığında önemsizleştiğini mi söylüyordu?

Belki de öyle söylüyordu…

Ama öyle bir söylüyordu ki, dinleyen herkes aşık olmak, o acıyı onunla paylaşmak, o aşkın ve acının parçası olmak istiyordu.

DİĞER YENİ YAZILAR