Yitirmenin ne demek olduğunu biliyorum.
Çoğumuz biliyoruz.
Çoğumuz aşkı, ölümü, hayatı, acıyı, sevinci, kahkahayı, hazzı, büyük fırtınalarla savrulmaları,canımızı en fazla acıtanlardan, bazen şiddetle öldürmek istesek de aslında saçının teline zarar gelse onun için korkusuzca ölüme yürüyeceğimiz kadınlardan, adamlardan öğrendik.
Çoğumuz o adamları ve o kadınları kaybettik…
Çoğumuz içimizde o acının izleriyle yaşıyoruz hiç öyle bir acı yokmuş gibi içimizde…
Ama hepimiz sevdiğini yitirmenin ne demek olduğunu biliyoruz aslında.
Bazen düşünüyorum, hafıza olmasa aşklar, dostluklar, kavgalar, sevişmeler, insanlar nasıl olurdu diye.
Bir acıyı acı yapan, o acının kendi gücü mü yoksa onu yaşayanın o acıyı ve nedenlerini hatırlama biçimi mi?
Bir kadınla bir erkek karşılaştığında aslında karşılaşan hafızaları mı?
Birbirlerine hiç söylemeyecek oldukları acıları mı?
Yitirmeyi bilmesek daha mı cesur olurduk aşka?
Çok merak ediyorum hafıza olmasa iki insan birbirini daha çok mu severdi?
Her ilişki kendi anılarını yaratıyor.
Hepsi kusursuzca hafızamızda yerini alıyor.
Oyunu hiç bozmadan ama bazen sırayı bozarak sadece hatırlanmak üzere yerine geçiyor.
İki insan, ilk karşılaştılarında birbirlerini hiç tanımayan, içlerinde birbirlerine ait hiçbir hatıra olmayan, bir anlamda birbirleri için bomboş olan hafızalarıyla birbirlerini severken, gün geçtikçe yeni yarattıkları ilişkinin ortak hafızasıyla sevmeye devam ediyorlar.
Birbirlerinin sakladıkları acılarını bilmeyecek kadar birbirine yabancı ama yeni yarattıkları ilişkinin ortak hafızasından kurtulamayacak kadar da birbirini seven insanlara dönüşüyorlar.
Hepimiz dönüşüyoruz…
Hepimiz yitirdiklerimizin acılarıyla birbirimizi sevip hafızalarımıza bir de yeni acıları, yeni yorgunlukları, yeni yaraları ve elbette yeni mutluluklarla yeni sevinçleri ekleyerek yaşıyoruz aşklarımızı.
Şimdi tekrar soruyorum, ilişkilerin ortak hafızası olmasa insanlar birbirlerini daha mı çok sever?
Ortak hafızamız olmasa sevdiklerimizi hiç eksilmeyen biçimde sevebilir miyiz?
Düşünsenize, her sabah yeni baştan yaşayacak olsak hayatı, hergün geçmişi unutarak uyansak, her gün yine aynı insanı mı seçeriz sevmek için acaba?
İmparator’unYolculuğu / La Marche de L’Empereur adlı belgeseli izlemiş miydiniz?
Geçen gün Leyla’yla bunu izledik.
Penguen belgeseli.
Leyla penguenleri merak ediyordu ben de benim en etkilendiğim penguen belgelesini seçtim onun için.
Çünkü çizgi film tadında olan penguen filmlerini seyretmişti ama başka bir şey daha izlemek istiyordu, ben de belki de sever diye onu koydum…
Leyla ilgiyle izledi…
Ben gözümü kırpmadan yeniden izledim.
Bu hafıza meselesi o filmden geldi aklıma.
Antarktika’da keskin bir kış… Eksi 40 derece. Yüzbinlerce yıldır her kış aynı şey yaşanıyor orada.
Mart- nisan aylarında İmparator Penguenler, okyanustaki hayatlarını bırakıp buzdan kıtaya doğru yola çıkıyorlar…
Art arda dizilerek ve kilometrelerce uzunluğunda bir konvoy oluşturarak, kar, fırtına demeden genetik şifrelerine kaydedilmiş alana, Oamock’a varıyorlar.
Yirmibeş bin penguen burada buluşuyor.
İmparator Penguenler tek eşli. Her yıl Oamock’a gelip seslerinden birbirlerini tanıyarak aynı eşle birleşiyorlar…
25 bin penguen arasından o sesi tanıyıp, o sese gidiyorlar.
Hafızaları sayesinde aşklarını tekrar tekrar yaşıyorlar…
Biz hafızalarımız yüzünden bazen ilişkilerimizi düşmanlığa çevirirken…
Penguenler hafızaları sayesinde birbirlerini buluyorlar.
Leyla penguenleri çok sevdi…
Ben bir ilişkide sadece mutlu anları kaydeden bir hafızaları olduğu için onlara imrendim…
O korkunç şartlarda kilometrelerce yürümek zorunda olsalar da penguenler bizden daha şanslı diye düşündüm.
Siz ne dersiniz hafızalarımız ilişkilerimizin düşmanı mı gerçekten?