Sizce bugün Türkiye’nin en büyük gerçeği nedir?
Bence yaşadığımız en büyük gerçek şu:
Türkiye’nin her türlü direnişine rağmen ülkenin dünyadaki değişimlere paralel olarak süratle değişmesi.
Bu değişime uygun olarak da bütün kireçlenmiş
tabuların birer birer kırılması...
Ama o kadar geri kalmış, toplumsal çarpıklıkları
olan bir ülkeyiz ki her türlü değişim, korkuyu, sıkıntıyı ve sancıyı da beraberinde getiriyor kaçınılmaz olarak.
Bazen de tepkiler “saçmalık” düzeyine çıkıyor.
Show TV’de “Muhteşem Yüzyıl” adında bir dizi
başladı... Kanuni Sultan Süleyman’ı ve Hürrem
Sultan’ı esas alarak biraz Osmanlı’yı ama aslında
aralarındaki aşkı anlatacak bir dizi olacak sanırım...
RTÜK’e şikayet yağmış...
Bülent Arınç da üzüntü ve endişe içinde olduğunu söylemiş ve eklemiş:
“Şikayetler dikkate alınacak, gereken yapılacak.”
Dürüstlüğünü, açıklığını, cesaretini çok sevdiğim Arınç’ın sözlerini üzülerek ve şaşırarak okudum.
Arınç niye endişe içinde?
Osmanlı Sarayı’nda Harem olduğunu yeni mi
öğrendi, Kanuni’nin oğlunu ve torunlarını boğdurduğunu bilmiyor muydu, Kanuni’den sonra tahta çıkan ve
halifeliği devralan oğlu Sarı Selim’in alkolik
olduğundan haberdar değil miydi?
Bunları bilmeyecek kadar cahil olduğuna inanmak zor. O zaman onu endişelendiren ne?
Gerçeklerin, üstelik de televizyon dizisinde
olabilecek kadarının görünmesi mi?
Yakışıyor mu Bülent Arınç çapında birine
gerçeklerden korkmak?
Ya RTÜK’e başvuran halkımız... Onlar ne istiyor?
Kanuni ile ilgili gerçekler gösterilmesin, onların da
derdi o. Arınç’ın konuşmasını ilk okuduğumda büyük
bir hayâl kırıklığına uğramış ve çok kızmıştım.
Kızmamalıyım aslında, o da bir politikacı işte.
Kemalistler’in “Mustafa” filmini, muhafazakârların “Muhteşem Yüzyıl” dizisini yasaklatmaya uğraştığı, yasakçı bir toplumda kendi seçmenine hoş
görünmeye çalışıyor herkes...
Yıllarca yasaklar koya koya, bütün bu halkı eroine alıştırır gibi yasağa alıştırmışlar, yasaklar biraz azalınca, tabular biraz kurcalanınca önce halk bağırıyor.
Kemalisti, muhafazakârı hiç fark etmiyor.
Bu halk, kendilerine anlatılan yalanları seviyor,
o yalanlara aşık olmuş.
Gerçeklerden ödü patlıyor.
Halk bu kadar korkak ve yasakçı olunca, sadece
“masal” dinlemek isteyince gerçeği savunacak kimse de kalmıyor.
“Bu, galiba diğerlerinden farklı” dediğiniz Arınç
gibi politikacılar bile ilk fırsatta “halkıyla kaynaşıyor”,
yalanların devamını istiyor.
Ben de bu halkın bir parçasıyım, benim yalancılık
yarışında sizden neyim eksik?
Ben de sizin kadar tarih anlatabilirim.
Osmanlı’nın ve cumhuriyetin yöneticilerinin
hiçbir zaafı, hiçbir günahı olmamıştır!
Onlar büyüktür, muhteşemdir, kutsaldır,
insanüstüdür.
Bu ülkeyi Süpermenler yönetmiştir.
Boş vakitlerinde de uçarlardı zaten, gökyüzünde
fıldır fıldır gezerlerdi.
Erdoğan çiftini tanıştıran kadının çarpıcı öyküsü...
Aktüel dergisinde Sibel Erarslan‘ın Ocak ayı sonunda çıkacak, Şule Yüksel Şenler‘i anlattığı “Bize Ne Oldu?” kitabıyla ilgili Şule Yüksel’le yapılan röportajı okudum...
Kitap, İslami kadın hareketinin en önemli ismi Şule Yüksel Şenler’in mücadelesini anlatıyormuş.
İlgimi çekti...
Şule Yüksel, baş örtüsünü rüzgarda uçmasın diye arkadan bağlayarak türban bağlama modelleri içinde en yaygın ve meşhur hale gelen şulebaş modelini yaratan kişi.
Bunu duymuşsunuzdur.
Zamanında konuşmalarıyla, yazılarıyla binlerce kadını peşinde sürükleyebilmesindeki gücü anlatılır, o dönemde gazetecilik yapmış olması, yazdığı yazılar yüzünden hapse girmesi hayatının ilgi çekici parçaları gerçekten.
Nasıl bir hayat yaşadığını merak ediyorum.
Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, Şule Hanım’ın bir konuşmasını dinledikten sonra kapanmış.
17 yaşındaymış. Ağabeyinin ısrarlı tavrına rağmen kapanmak istemeyen Emine Hanım, Şule Hanım’ı görünce “Böyle olursa kapanırım” demiş.
Şule Yüksel o dönemi “Başı açık gelen başörtülü çıkıyordu” diye anlatıyor.
Tayyip Erdoğan’la Emine Hanım’ı tanıştırıp evlendiren yine Şule Hanım’mış.
“Tayyip Bey, Erbakan döneminde gençlik kolları başkanıydı. Kadınlara hiç bakmaz, gözünü yerden kaldırmazdı. Bir gün bir toplantıda annesinin izniyle Emine’yi de yanıma aldım. Emine o güne kadar Tayyip Bey’i hiç görmemiş. Tayyip Bey çıktı, konuşmasını yaptı. Bu arada dikkat ediyorum, kadına kıza katiyyen bakmayan Tayyip Bey’in gözü bizim oraya kayıyor. Kısmet oldu, evlendiler.”
Röportajda kendi evlilikleriyle ilgili anlattıkları benim daha fazla ilgimi çekti aslında.
Şule Yüksel Şenler şu an 73 yaşında...
“Ben eşlerime hiç aşık olmadım. Hiçbirini sevmiyordum. Sevgisiz bir hayat. Aşkı ben çok genç yaşta tanıdım. 14’ten 18’e kadar... Nişanla noktalanıyordu, söz kesildi, fakat bozuldu. Ama bir ömür bende kaldı. Ve halen de öyledir.”
73 yaşında, başı kapalı, hatta İslami kadın hareketinin temcilcisi olmuş Şule Yüksel Şenler’in bunları söylemesi kitabı iyiden iyiye merat ettirdi bana. “Kafamdaki sadece bir bez parçası, saçlarımı örtmeme yarıyor. Bir kadın olarak duygular aynıdır” diyen Şenler, kadının her zaman kadın olduğunun kanıtı işte.
Aslına bakarsanız başka ne olabilir ki zaten?
BKM bunu dizi yapsın!
Ata Demirer’in yazdığı ve başrolünde
Demet Akbağ ile beraber oynadığı Eyyvah Eyvah 2’yi izlerken çok güldüm.
O senaryonun iyi oyunculukla birleştiği
her yerde gülmemeniz, kahkaha sesini duymamanız imkansız.
Ata Demirer’in
senaryoda başardığı şey: Bunu başarmak için hiçbir hesap yapmaması.
Gerçeklik hissini veren de bu...
Senaryoyu yazarken hiçbir zorunluluk hissetmediğini, seyrederken çok rahat hissedebiliyorsunuz.
Bu da filmi sevmenizi sağlıyor.
“Bu ilki tuttu, ikincisini yapalım filmi değil” demiş
Ata Demirer...
Doğru söylemiş..
Çünkü devam
filmi olmasına rağmen seyirciye dayattığı
hiçbir şey yok filmin.
Başarısı da burada zaten.
BKM yöneticilerine bir önerim var... Bu karakterlerden dizi yapın.
Hüseyin Badem, Firuzan, Dede, Müjgan...
Acaba Müjgan’la Hüseyin’in çocuğu kız mı erkek mi?
Firuzan ünlü ve mutlu olacak mı?
İspanyol‘la aşk yaşayacaklar mı?
Şimdiden onları özledim...
Siyah Kuğu...
Darren Aronofsky’nin Siyah Kuğu (Black Swan) filmini izledim. Uzun zamandır bu kadar iyi bir oyunculuk izlememiştim. Bir balerini canlandıran Natalie Portman inanılmaz etkileyiciydi.Kuğu Gölü’nü sahneye koyan bir yönetmen baş balerini değiştirmeye karar verir ve kendine yeni bir dansçı arar.Beyaz Kuğu’yu ve Siyah Kuğu‘yu aynı anda olabilecek birini aramaktadır.
Sadece Beyaz Kuğu olsa mükemmel olan Nina‘yı (Natalie Portman) seçer.
Ve ona şunu sorar:
“Niye sahnede kendini
kaybetmiyorsun?”
Nina da “Tek istediğim mükemmel olmak” der. Koreografın verdiği cevapsa unutmayacağım cümlelerden biri oldu:
“Mükemmel olmak istiyorsan, kendini kaybetmeyi de becereceksin!”
Nina içindeki Siyah Kuğu’yu aramaya başlar. Belki de onu
saklamak için sadece mükemmel bir Beyaz Kuğu’dur.
Filmin sonuna kadar buna karar veremeyeceksiniz...
Her insanın içindeki aydınlık ve karanlık tarafları bir dansçının ruhunda arayan film, rekabeti ve arkadaşlığı da çarpıcı bir şekilde anlatıyor.
Gerçekten çok beğendim ve etkilendim...
Stad tamam G.Saray nerede?
Galatasaray’ın yeni stadı 15 ocak’ta açılıyor. Bir hafta kaldı. Stadın özellikleri bir an önce orada maç seyretme isteği uyandırıyor insanda. Ay sonu bu isteğimiz gerçek olacak. Kale arkası ve tribünler arası 8 metreymiş. Tribünlerle yan çizgilerin arası 6 metre... Seyirciyle iç içe olacak yani herşey. 157 loca varmış. 5 bin VIP kombine satılıyormuş. Çimler Hollanda’dan getirilmiş ve alttan ısıtmalıymış. 60 bin kişi çok rahat maç izleyebilecekmiş. Sanırım gerçekten iyi stadı oldu Galatasaray’ın. Şimdi geriye, kaybolan
Galatasaray’ı bulmaya kaldı iş.