Haberin Devamı
Dün Can Dündar’da okudum bu rakamları.
‘Diyarbakır’da 60 bin öğrenciye hangi dersleri seçmek istedikleri soruldu.
Cevaplar ilginç:
23 bini, “Hazreti Muhammed’in hayatı” dedi.
20 bini, “Kuran’ı Kerim” okumak istedi.
10 bin öğrenci “Matematik uygulamaları”nı seçti.
“Demokrasi ve İnsan Hakları”nı seçenler 5 binde kaldı.
“Kürtçe” mi? Rakam çarpıcı:
Yaklaşık 4 bin...
Yani dil dersi seçenler, din dersi seçenlerin sadece 10’da 1’i...’
Ne ilginç değil mi?
Bu araştırmaya göre Kürt nüfusta dindarlaşma kendi dilini okumak isteyenlerden kat ve kat fazla…
“Kendi kimliğini özgürce yaşamakta büyük sorunlar yaşayan insanların çocukları, anne ve babalarının sorunlarından uzak, ülkenin genel muhafazakarlaşma havasıyla büyüyorlar” diye mi yorumlamalıyız acaba bu gelişmeyi?
Yoksa Kürtler’de çok derin olan dindarlık damarı, milliyetçilik damarından daha kuvvetli atıyor, diye mi? Ya da ezilenlerin dine sığınması olarak mı görülmeli acaba?
Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Yılmaz Esmer’in 22 yıldır düzenli yaptığı “Türkiye Değerler Araştırması”nın sonuncusuna göre ise Türkiye, büyük ağırlıkla “muhafazakar” kimliğini koruyormuş.
Büyük artışlar gözlenmiyormuş.
Araştırmaya göre “değerler bahsinde” asıl dikkat çekici değişiklik, Güneydoğu’daymış...
Kürt kimliği ön plana çıkıyormuş.
Türk olmaktan gurur duyanların oranı Güneydoğu’da yüzde 23’müş…
Karadeniz’de yüzde 88’miş…
Bunu, Diyarbakır’daki okul çocuklarının ders seçimleriyle beraber düşünürsek ne diyeceğiz?
İlk araştırmadaki rakamlar “dindarlaşmayı”, ikinci araştırmadaki rakamlar Kürtleşmeyi gösteriyor.
Bu bir çelişki mi?
Yoksa Güneydoğu’da dindarlaşmak ve Kürtleşmek el ele bir gelişme mi? Veya bu, Güneydoğu’da dindarlarla milliyetçiler arasındaki bir ayrışmanın hızlandığının işareti mi?
Şöyle ya da böyle, bu iki araştırma sosyolojik bir analizi gerekli kılıyor bence. Ciddi bir sosyologun bu iki araştırmadan çıkartacağı sonucu okumak isterdim ben.
Bazen merak ediyorum?
AK Parti Güneydoğu araştırmalarını inceliyor mu, yorumlayabiliyor mu? Çünkü sanırım bu rakamlar çok şey anlatıyor aslında…
Kürt sorununu sadece PKK ile savaşmak zanneden ya da bu sorunu eski usul devlet alışkanlığı ile çözmeye uğraşan bir hükümet gerçekten Kürt sorununu çözebilir mi sizce?
Mustafa Kemal, en büyük rakibi olarak gördüğü Enver Paşa’yla
İttihatçıların iktidarı ordu sayesinde ellerinde tuttuğunu farkedince, ordunun siyasetten çekilmesini savunmaya başlamıştı…
‘Orduyu siyasetten çekin’ diyordu…
Ama bu kuralı hayata geçiremedi…
Türkiye Cumhuriyeti de birçok sorunu bu yüzden yaşadı.
İpleri asker tarafından ele geçirilmiş devlet, kendi vatandaşlarının bir kısmını kendine düşman olarak görmeye başladı, bir kısım vatandaşla devlet karşı karşıya geldi.
Kürt kimliğini biraz ön plana çıkartan herkes yıllarca bölücü muamelesi gördü bu memlekette…
Bugün Türkiye, devlet-vatandaş ayrışmasını hâlâ sancılı bir şekilde yaşıyor…
Ordu siyasetten çekildi belki artık ama bu sorun çözülmedi.
Bu sefer de Başbakan, Kürt sorununda sert çıkışlar yapıyor.
Ana dilde eğitim hakkını dün gene reddetti.
Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in ‘dağda ölene ağlamayan insan değildir’ açıklamasına cevap vererek ‘terörist için ağlayamayız’ dedi.
Oysa hükümet sözcüsü Bülent Arınç ‘bizim de paylaştığımız ifadeler’ demişti bu açıklamaya.
Kürtlerin düşünce ve duygu dünyasında ciddi bir hareketlilik olduğu gözleniyor.
Huzursuz oldukları çok açık.
Hükümet ise Kürt vatandaşlara nasıl davranılacağına kendi içinde de karar veremiyor.
Bir emniyet müdürünün insanca yaklaşımı bile ayrışmaya neden oluyor.
Bütün bunlardan benim çıkartabildiğim sonuç ise çok sıradan ve basit.
Kürt meselesinde siyaset, toplumsal gelişmelerin çok gerisinde kalıyor.