Gerçekler için gerçek acılara güvenmeliyiz...

Anlatmak gerçeği çarpıtmak mıdır?

Bir gerçeği, kendi gerçeğimizle bozar mıyız anlatırken?

Kendi gerçeğimizi nasıl yaratırız peki; hatırladıklarımızla mı yoksa gerçekten yaşanmış olanlarla mı?

İkisi aynı şey midir yoksa, yoksa farklı mıdır?

Bir olayı anlattığımız anda farkında olarak ya da olmayarak yalan söylemeye mi başlarız?

***

Herkes, hepimiz, hayatı, kendi algılarımıza, kendi anılarımıza, kendi yaralarımıza göre yerleştiririz zihnimize.

Ve beraber yaşadığımız olayları bile birbirimizden tamamen zıt anlatabiliriz…

“İnsanoğlu zayıftır, o yüzden yalan söyler. Hatta kendine bile.”

Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın Rashomon filminde Budist bir rahip söylemişti bunu...

Aklımdan hiç çıkmadı...

***

Anlattığımız her şey aslında yalan mıdır, orasından burasından çekiştirerek bozduğumuz, çarpıttığımız hikayeler midir?

Saf gerçek, hatıralarımızın, bilgilerimizin, inançlarımızın arasından geçip bir anlatıma dönerken, bütün o bilgilerden, hatıralardan, inançlardan bir parçayı da alıp değişir mi?

Gerçeğin bir kısmı, zihnimizdeki o rastlaşmalar sırasında mı kaybolur?

Haberin Devamı

***

Aslında gözümüzle değil beynimizle gördüğümüzü söylüyorlar.

Beynimiz mutlaka ama mutlaka yaşananları kendine göre “işliyor”, elindeki başka zamanlarda saklanmış bilgilerle birleştirip bize yeni bir bilgi sunuyor...

Hatta belki beynimiz sahte hatıralar yaratıyor....

Belki de pek çok yaşadığımızı zannettiğimiz şeyi aslında beynimizin hafıza denen bölümünde kendimiz yeniden yaratıyoruz.

Zayıflığımız, yalan söylememizde değil de aslında hafızamızın yaşadıklarımızı bile kendince değiştirmesinde mi acaba?

Hafızamızın bizi gerçeklere karşı koruma çabasında mı?

***

Bunları düşünüp duruyorum işte...

Neden mi?

Çünkü endişeliyim...

Düşünsenize bugünleri de ilerde bir gün birilerinin yazdıklarından okuyacaklar.

Üstelik müthiş bir düşmanlığın olduğu, kimsenin gerçeklerle ilgilenmediği bir zaman diliminden söz ediyoruz.

Zaten yalanlarla dolu olan bir geçmişi, hafızayla çarpıtan algılarımızla nasıl anlatacağız?

insanlar gelecekte, bugün aslında ne olduğunu, ne yaşandığını, asıl gerçeğin ne olduğunu nasıl öğrenecekler acaba?

Haberin Devamı

Ya da Öğrenebilecekler mi?

***

Bizim geçmişimiz de gelecek gibi belirsiz mi?

Geçmiş, her anlatana göre değişebilen bir gerçeklik mi?

Hayat, özündeki gerçeği bir türlü kavrayamadığımız, sürekli ve bulanık bir hareketler bütünü gibi çalkalanıp duruyor mu hafızamızda?

Biz de o hareketin içinde gerçeği bulmaya çalışarak sürüklenip duruyoruz belki ama bir de Türkiye gerçeği var...

Ölüm var... Acı var... Haksızlık var...

***

P24 internet sitesi için Barış Portrelerine Ankara katliamında 34 yaşında ölen Ayse Deniz’i yazdım...

Annesiyle, kızkardeşiyle, babasıyla konuştum.

Saf, katıksız bir acının ağlayan halini de,gülümseyen halini de gördüm.

Bir ölünün hatırasına değdim, o hatırayla dağlandım.

Peki, Ayşe’nin yakınlarının hafızalarından benim hafızama, oradan da yazıya geçen Ayşe’yle ilgili bütün gerçeği görebildim mi, anlatabildim mi?

***

Bunun cevabını bilmiyorum.

Ama hiçbir hafızanın bozamayacağı bir gerçeği , bir kadının öldürülüşünü, birhaksızlığı, amansız, saf acıyı gördüm.

Haberin Devamı

Bu acıyı, hiçbir hafıza, hiçbir algı, hiçbir hatıra değiştiremez.

Katıksız bir acı bu ve hafızanın biriktirdiği her şeyden daha güçlü.

Gerçekler için gerçek acılara güvenmeliyiz bence.

Ben öyle olduğuna inandım...

DİĞER YENİ YAZILAR