Gerçekle yalan arasında…

Haberin Devamı

Suyun altındaki çakıl taşları gibiyiz…

Hepimiz suyun altındayız, hepimiz taşız, kimimiz rengimizle, kimimiz şeklimizle birbirimize benziyoruz ama aslında hepimiz birbirimizden farklıyız.

Benzer görünsek de farklıyız.

Sanırım hayatın en eğlenceli yanı da bu.

Hem birbirimize benzeyip hem de benzememiz.

***


Gerçekle yalan arasında bölünürüz çoğu zaman.

Yalanımız hep daha fazla yakındır bize.

Yalan olan yanımız bizim kendi seçimimizdir… Onu yapmak için emek sarf ederiz.

Gerçek yanımız ise bizim aslımızdır, onu yapmaya uğraşmayız, ona ulaşmaya çalışırız en fazla.

Ama sakladığımız gerçeğin içinde aslında bizi diğerlerinden ayıran yeteneklerimiz ve farklı yanlarımız vardır.

Yalanımıza sarılıp gerçeğimizi gömdükçe, bizi diğer insanlardan ayıran yanlarımızı da gömmüş oluruz.

***


Herkesin bir yeteneği, herkesin diğerlerine benzemeyen farklı bir yönü, parçası olduğuna yüzde yüz inanlardanım ben.

Belki o yetenek, o farklılık koca bir ömür boyu hiç ortaya çıkamıyor ama siz hayatınız içinde onu keşfedemeseniz bile o yetenekle doğmuş oluyorsunuz aslında.

İnsanlar bende niye yok diye üzüldükleri şeyler yerine bende diğerlerinden farklı ne var diye düşünseler bambaşka hayatları olabilirdi belki de.

Ama asıl mesele, sahip olduğun farklılığını korkmadan ortaya koyabilmekte sanırım.

***


Geçenlerde “taş teorimi” anlattığım bir arkadaşım ‘sana kesinlikle katılıyorum ama bazen kendimizi haksızlığa uğramış hissedebiliriz, çünkü bazıları var ki onlara baktığımda gerçekten hepimize haksızlık yapıldığına inanıyorum ben’ dedi…

‘Kim mesela’ dedim.

‘Paul Newman’ dedi.

‘Niye’ dedim.

‘Yakışıklı, yetenekli ve çok özel bir karakteri var’ dedi.

Ve anlattı... Paul Newman o yakışıklılığına ve yeteneğine rağmen hep zoru seçmiş, oynamayı seçtiği tüm roller hep daha özel ve zor olanlarmış…

Nixon’un kara listesinin 19. sırasındaymış Paul Newman ve ‘hayatımda en çok gurur duyduğum şeylerden biri Nixon’un kara listesinde 19. Sırada olmak’ dermiş.
İlk eşinden ayrıldığının günün ertesi günü Joanne Woodward’la evlenip 50 yıl ona sadık kalmış, karısına hep çok aşıkmış.

Newman’s Own diye bir gıda şirketi kurmuş, yemek sosu, meyve suyu ve köpek maması… 200 milyon dolarını hayır kuruluşlarına bağışlamış.

Robert Redfort ‘sadece 18 kişi çalışıyor ve yüzbinlerce dolar kar ediyor Paul’un şirketi, benim şirketimde ise yüzlerce kişi çalışıyor ama 18.000 dolar bile kar edemedik’ dermiş.

Ürettiği kutuların üzerinde Paul Newman’ın kendi fotoğrafları varmış.

Bir oğlunu aşırı dozda ilaç alımından kaybetmiş. Ve çocuklar yararına pek çok iş yapmış..

Elton John blue eyes şarkısını Newman için yazmış.

***


Bazı “taşlar” diğerlerinden daha parlak bunu kabul ediyorum.

Ama arkadaşımın neredeyse “mükemmel” olarak gördüğü Newman’ın boyuyla sorunu vardı, hiçbir zaman boyunun uzunluğunun ne kadar olduğunu kimseye söylemedi.

Bu “derdinin” içine de hapsolmadı, böyle bir boy kompleksini oyun yeteneği ve yakışıklılığıyla aşıp geçti.

Oğlu için çektiği acı ise bütün hayatını damgaladı.

Bu acıyı da, gençler için çeşitli etkinlikler yaparak, onlara yardımcı olmaya çalışarak hayatının “anlamlı” bir parçası haline getirdi, kendi acısından başkasına mutluluklar yaratmak için uğraştı.

Gerçeklerden kaçmadı, gerçekleri yalanlarla aşmaya çalışmadı, üzücü gerçeklerden daha mutlu gerçekler çıkarmayı başardı.

Sanırım bütün mesele, kendi olumlu ya da olumsuz gerçeklerimizden, farklılığımızı ortaya çıkaran, hem kendimizin hem başkalarının yolunu açabilecek bir sonuç yaratabilme isteğine ve gücüne sahip olmak.

“Taşı” asıl parlatan bu bence.

DİĞER YENİ YAZILAR