Fikirlerimizle değil zevklerimizle düşman oluyoruz…

Haberin Devamı

Hayat nasıl da sığlaştı bu ülkede…

Artık olanlar karşısında insan sadece kirleniyor.

Katılır mısınız bilmem ama bu içinden geçtiğimiz dönem tarihimizin en kara dönemlerinden biri sanki…

Neden mi?

Neden mi onca belalı, karanlık döneme rağmen bu dönemin en karalardan biri olduğunu söylüyorum…

Çünkü ilk defa bu kadar net bir şekilde toplumca iki kutba ayrılıyoruz, fikirlerimizden dolayı değil yaşama biçimlerimiz yüzünden bölünüyoruz.

Yüz yıllardır süren çekişme belki de ilk kez bu kadar açık bir savaş biçiminde ortaya çıkıyor, toplum birbirine neredeyse düşman iki grup halinde öfkeyle bileniyor.

Nefret o yüzden bu kadar keskin.

Fikirlerimizle değil zevklerimizle düşman oluyoruz birbirimize.

Yarattıkları fırtınalar, kasırgalar, kabaran dalgalar arasında her an alabora olmaya hazır, salması olmayan küçük bir kayık gibi dolanıyoruz öyle…

Olup bitenleri görüyor ama engelleyemiyoruz.

Suyu çekiliyor hayatın, biz de hayatla birlikte kuruyor, kirleniyoruz.

***


Askeri vesayetin dindarlara yaptığını, şimdi dindar siyasetçiler kendilerine benzemeyen herkese yapıyorlar.

Yatıştırmaya, barıştırmaya değil, aksine bölmeye ve çatıştırmaya uğraşıyorlar.

Başarıyorlar da.

Bu çatışmanın öncekilerden farkı, devletle toplumun bir kesimi arasında olması değil, toplumun iki kesimi arasında olması.

Üstelik bu kavga, bu gittikçe keskinleşen nefret her gün biraz daha büyüyor…

“Birlikte yaşamanın” en iyi yöntem olduğunu bizim yöneticiler çoktan unuttu, onlar askeri vesayetin emirlerini tekrarlıyorlar, “bizim dediğimiz gibi yaşayacaksınız.”

Bu emir, toplumu derinlemesine bölüyor.

Çünkü toplumun bir bölümü bu emri dinlemeyecek.

Bu emre uymanın yok olmak anlamına geldiğini hissediyorlar çünkü.

Dindar kesim ise “bizi yok etmek istedikleri için bu emre uymuyorlar” iddiasına inanıyor. İki kesim de bu savaşı bir varolma savaşı olarak görüyor.

Böyle çatışmalarda, baskıyı yapan güç eleştirilir, onun baskıyı kaldırması istenir, askeri vesayet döneminde dindarlara yapılan baskıları kınıyorduk, ona karşı çıkıyorduk, bugün baskıyı yapan iktidarı kınıyor, onun baskılarına karşı çıkıyoruz.

Çünkü bu çatışmaları durduracak güç, baskıyı yapan güçtür, onun baskıdan vazgeçmesi gerekir… Ama aksine yöneticiler baskıyı artırıyor.

***


Dün sabah, 22 yaşında Ahmet Atakan’ın öldürülmesiyle başladı gün yine…

“Hayatlarımıza karışmayın” isyanıyla yanan bir gencin öldürülmesinden bile daha acı olan ise ölümün önemsizliği bu ülkede.

İktidarın “Sünni vatandaşım” dediklerinden değilseniz ölmenizin bile acısı yok…

En kötüsü “bizden değilsen bunu hak ettin sen” gizli duygusu.

Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin, cinayetin yargılamanın gerçeklerini, ayıplarını, günahlarını anlatan bir kitap çıkardı, Utanç Duyuyorum…

Kitabı henüz okumadım…

Okuyan iki yazar Oral Çalışlar ve Ahmet İnsel, Radikal’de karşılıklı sütunlarda kitaptan alıntılar yapmışlar… Onlarda okudum kitabın tam ne dediğini…

Hrant Dink ciyanetinin arkasındaki örgütlü yapıyı, bunu gizleme konusundaki el birliğini ve yargının buna nasıl çanak tuttuğunu anlatıyor kitap.

Anlaşılıyor ki sadece yaşamları değil ölümleri de kirletiyorlar…

Katilleri bu kadar açık olan ölüleri görmezden gelip, acılarına sırtlarını dönmeleri hepimizi kirletiyor.

İktidar askeri vesayet dönemini taklit etmekten, baskı yapmaktan vazgeçmezse bu çatışma bitmeyecek, korkarım daha da büyüyecek, ölen gençlerin haberlerini okumayı sürdüreceğiz.

“Sivil” iktidarın “askerleşmesinin” bedelini iktidar da dahil hepimiz çok pahalı ödeyeceğiz.

DİĞER YENİ YAZILAR