Aziz Yıldırım’ın dün düzenlediği basın toplantısını izlerken “akıl” ve “izan”ın bir lider için en “vazgeçilmez” özellikler olduğuna bir defa daha ikna oldum.
Dünkü konuşmalar teyit etti ki, 3 Temmuz’da bir operasyona tabi tutulduğunu düşünen F.Bahçe, Türkiye’deki süreci doğru okuyamadığı gibi UEFA’da başına gelenleri de aynı yanlış mantıkla tercüme ediyor maalesef...
UEFA’nın F.Bahçe’ye 2+1, Beşiktaş’a ise 1 yıl Avrupa’dan men cezası vermesinin bana göre anlamı şu:
- UEFA’nın müfettişi, disiplin komitesi, yönetim kurulu ve hatta başkanı, Türkiye’de UEFA’nın uluslararası futbol normlarına aykırı bir takım işler yapıldığını düşünüyor.
- Dolayısıyla (doğrudur veya yanlıştır, o ayrı) bu kadar net fikre sahip bir kurumsal yapıyla kavga etmek yerine; çözüm odaklı ve yaşanan zararı en hafife indirecek modelleri tartışmak, geleceğe yönelik yapıcı taahhütlerde bulunmak F.Bahçe ve Beşiktaş açısından daha akılcı olur.
Beşiktaş bunu kısmen gerçekleştiriyor.
Hatta şikeyle suçlanan Serdal Adalı’nın son seçimi kaybetmesi ve Beşiktaş’ta aktif görev yapmaması bile olumlu bir faktör olarak değerlendirilebilir.
Ancak F.Bahçe’de durum tamamen tersi...
F.Bahçe’nin mahkemece 6 yıl hapis cezasına çarptırılan kulüp başkanı halen görev başında ve F.Bahçe’nin aldığı cezanın görüşüleceği tarihi Tahkim toplantısı öncesinde “Göreceksiniz UEFA çatırdayacak” diyebiliyor... Akıl alacak gibi değil!
Konuştuğum hukukçular, ki onlar, konuya renkler üzerinden değil, uluslararası hukuk mantığıyla bakıyorlar doğal olarak...
Hepsinin birleştiği nokta şu:
“- Aziz Yıldırım, UEFA’nın tıpkı TFF gibi kişilerle kurumları ayırdığını ve bunun da kendi savunmalarının başarısı olduğunu öne sürüyor. Oysa UEFA kişilerle kurumları ayırmadı ki! Kişilerin işlediğini düşündüğü fiiller nedeniyle kurumlara cezalar verdi. Kişilere verilecek cezalar ise istenen ceza spor hukukunda idamla eşdeğer tutulabilecek “ömür boyu hak mahrumiyeti” olduğu için 15 gün sonraya erteledi. Zaten sorun UEFA’nın ceza verirken kişiler ile kurumları ayırması değil... F.Bahçe’nin savunma yaparken kişilerle kurumu ayıramamasından kaynaklanıyor...”
“F.Bahçe’nin kişilerle kurumu ayıramaması” şike sürecinde yaşananları en iyi özetleyen tanımlardan biri aslında...
3 Temmuz’dan sonra, hatta hapis yattığı dönemde görevden ayrılmamasını anladık diyelim. Kişisel kaygılar ön plandaydı. Ama hapisten çıktıktan sonra Aziz Bey’in başkanlığa devam etmesi, UEFA’nın F.Bahçe’ye karşı takındığı negatif tutumun ana sebebi bana kalırsa...
UEFA, “Bu işlere bulaşmış kişi hala kulübün başkanlığını yapıyorsa, F.Bahçe’nin bu kirli işlerden bağımsız olma/kalma ihtimali yoktur” diyor verdiği ağır ceza ile...
Aziz Yıldırım ise hala “Biz en temiz olduğunu iddia eden kulüpten daha temiziz” diye kendini ve kulübünü savunuyor. Dikkat edin, “Ben bu yollara tevessül etmedim” demiyor, diyemiyor.
“Herkesten az yaptım ama ben yakalandım” diye bağırıyor farkında olmadan...
Hukukçular bir konuda daha beni uyardılar:
- “UEFA Tahkim Kurulu’nun Disiplin Komitesi’nin verdiği cezaları yükseltme yetkisi de var. F.Bahçe bazı dersler çıkardığına ve gelecekte bu olayların tekrarlanmayacağına dair garanti vererek bir savunma yaparsa cezası 2+1’den aşağı inebilir. Ama şu ana kadarki agresif tutumunu devam ettirirse tersi bir yükseltme de söz konusu olabilir.”
Yani...
“Göreceksiniz bak, UEFA çatırdayacak”, “3 Temmuz süreci şimdi de UEFA’da devam ediyor”, “UEFA’nın bütün kuralları off olacak” tarzındaki çocukça söylemler Aziz Yıldırım’a F.Bahçe camiası içinde, bir “iç siyaset malzemesi” olarak avantaj sağlıyor olabilir. Belki de bu sayede kongreden, başkanlığa devam etmek için güven oyu alabilecek.
Ama Türk yargısından sonra UEFA ile kavga ederek yola devam etmenin F.Bahçe açısından çok büyük riskler taşıdığı da ortada...
Tüm bunların ışığında hala aynı şeyi düşünüyorum:
- Eğer Aziz Yıldırım şu ana kadar istifa etmiş olsaydı, UEFA F.Bahçe’ye böyle ağır cezalar vermezdi.
F.Bahçe’nin laneti: Kişilerle kurumları ayıramamak...
Haberin Devamı