Aptallığa, çıkarcılığa, öldürücü ihtirasa, bencilliğe akılla karşı durma mücadelesine döndü hayat.
Hepimiz birer akıl kumkumasına döndük.
Saçmalıkların saldırısı karşısında mecburen duyguların karmaşık ve çekici dünyasından uzaklaşıp, aklın ve mantığın düz duvarlı kalelerine sığınıyoruz.
Başkalarının aptallıkları yüzünden aklın tutsağı olduk.
Farkında mısınız, hergün başka bir laf söyleyen siyaset dünyası yüzünden, onların tuhaf tutarsızlıkları yüzünden hepimiz tutarlılık fetişisti olmak üzereyiz.
Kendi küçük hayatlarımızda tutarsız olma lüksümüzü, bu ülkede yaşanan büyük tutarsızlıklar nedeniyle kaybediyoruz.
Bir insanın güvenli sallapatiliğiyle değil, bir sarhoşun aşırı dikkatli adımlarıyla yürüyüruz hayatın içinde.
Buna mecbur bırakılıyoruz.
Etrafımızdaki herşey öylesine öylesine dağılmış vaziyetteki, kendimizi koruyabilmek için kaçınılmaz olarak mantığın sağlam direğine tutunuyoruz,bunun için uğraşıyoruz.
Halbuki hayat böyle mantıklı, akıllı, tekdüze, düzgün birşey değil, duyguların savruluşuna, arada bir tutarsızlığa, kaprisli cilvelere, küçük oyunlara da yer var orada.
Aslında bir insanın kendi sınırlı hayatına tat katanlar da bu küçük savrulmalar değil mi?
Onlarsız hayat fazla yavan olmuyor mu?
Sizce de, yöneticiler mantıklı, biz biraz savruk olsak daha eğlenceli olmaz mıydı hayatlarımız?
Erkekler kadınlara aşktan değil, ülke sorunlarından bahsediyor… Siyaset dünyasının bunaltıcı egemenliği yüzünden akıllı ve sıkıcı adamlar sarıyor her yanı.
İnsanlar hafif bir sohbette bile ülkenin sorunlarından bahsediyorsa, karşılıklı birer düşünce manyağına dönüşüyorsa erkeklerle kadınlar, sizce o kadınlar ya da o adamlarda mı sorun var sadece? Siyaset dünyasının sorun çözme beceriksizliği, sadece ülkeyi felakete götürmüyor, duygularımızı da buduyor.
Zekasız, duygusuz,sıkıcı mantık küplerine döndük sonunda…
Ama ne yazık ki o mantığın sınırları da eskimiş klişelerle çiziliyor.
Bari o akıldan parlak ve yaratıcı düşünceler çıksa, o da çıkmıyor. Huzursuz, huysuz, klişe akıllardan oluşan bir toplumun ortasında, neredeyse o toplumla tüm ortaklığımızı yitirerek yaşamaya çalışıyoruz.
Bu da giderek zorlaşıyor tabii.
Saçmalamaktan korkmayan haşarı karakterimiz, sahiciliğimiz gittikçe yıpranıp eskiyor.
Siyaset dünyasının acaiplikleri hepimizin hayatını grileştirip sıkıcı hale getiriyor.
Geçen gece tek başıma sinemaya gittim…
Sinemadaki yalnızlığı seviyorum…
Ama asıl ardından gelen yalnızlığı sevmiyorum…
Bu ülkede ne sinema sinema üzerinden, ne kitap kitap üzerinden, ne sanat sanat üzerinden konuşulduğu için ya da anda aynı vizyonda olan Evim Sensin filminin yönetmeni Özcan Deniz’in film çekmesine bile karşı olan bir toplumda yaşadığımız için filmlerle ilgili bir sohbet bile açılmıyor insanlar arasında.
‘Özcan Deniz’in filmini sevdim ya da sevmedim’ deyip gündelik bir konuşma bile yapamıyorsun.
Gündelik olanlara yer yok artık hayatımızda, sinemadan, filmlerden konuşmak yok, eğlenceli sohbetler yok, kıkırtılı zararsız dedikodular yok, şakalaşmalar yok, neşe yok, sevinç yok. Ülke ve onun korkunç sorunları ağır bir kaya gibi eziyor hepimizi.
Kendimize ait küçük hayatlarımızı yok ediyor.
Yeniden sahiciliğimize, duygularımıza, savrukluğumuza, hayatı hayat yapan küçük gerçeklere dönebilmek, hayatımızı geri alabilmek için alabildiğine dövüşmek zorundayız.
Bu kavga sadece ülkeyi kurtarmak için değil, hakiki hayatlarımızı kurtarmak için de gerekiyor.
Bu siyasetçiler sadece ülkeyi değil hepimizi de teker teker mahvediyor, hepimizi sıkıcılığın içine hapsediyor.
Binlerce insanın açlık grevinde olduğu, her gün ölüm haberlerinin geldiği bir yerde hayatın küçük eğlencelerine nasıl yer bulunacak ki?
Ölüm için değil yaşam için savaşan bir siyaset istiyorum artık.
Ölümden değil yaşamdan bahseden siyasetçiler istiyorum.
Kadınlar aşk acılarından erkekler aşktan bahsetsin istiyorum…
Ben,herkesle birlikte kendi küçük hayatımı, sahiciliğimi geri istiyorum.
Böyle akıl istemiyorum…