Haberin Devamı
Geçenlerde Gezi Parkı’na gittim, neredeyse sabaha karşı…
Hâlâ uyanıktı çoğu insan.
Uyuyanlar ise evlerinde bile böyle tatlı bir mırıltıyla uyumamışlardır diye düşündüm.
Karşılaştığım herkes o zeka ve cesaret dolu ‘direnişe’ minik bir kıvılcım katmak için oradaydı.
Zifiri bir karanlıkta parlayan ateşböcekleri gibiydiler.
İyiliğin meşalesini kötülüğün ateşi tutuşturur derler.
Tutuşturmuştu gerçekten…
Gezi Parkı’ndakiler, her gece balkonlarından tencere tava çalanlar, ışıklarını açıp kapayanlar, başka şehirlerden bu harekete destek verenler, bütün bu insanlar, hepimiz, ezilmekten yorulmuş, üstelik zekasız bir kötülüğün ezilenleri olmuş insanlarız.
Sanırım en ortak duygu, Gezi Parkı’ndaki ağaçlar değil aslında, hepimizi aynı ateşle yakan tutku, artık bir zorbalığın, pörsümüş, sığ, zekasız bir baskının ezilenleri olmak istemiyor olmamız.
Bu direnişe katılan gençlerle sohbet ettiğimde hep aynı şeyi duydum, ‘daha neşeli, daha esprili bir başbakan bile olması yeterdi aslında’ diyorlar…
‘Tavrındaki sertlik bizi koparıyor, anlaşılamamak değil anlaşma imkanının yok olması yaralıyor.’
Doğruydu dedikleri.
Aniden ışıldayıveren bu “yeni Türkiye”de artık o eski şiddet dolu sloganlara hiç yer yok, zekayı sertlikle yenmek imkansız.
Erdoğan’ın espri yeteneği de pek bulunmuyor.
Ama hiç olmazsa gülümseyebilir, direnişçi çocuklardan ödünç aldığı nüktelerle konuşabilir.
Kendisine benzemeyenlerin hayatlarına karışmaya çalışmaktan vazgeçtiğini, herkesi kendisine benzetmeye uğraşmayacağını, “devletin metrosunda” elele tutuşanlara karışma yetkisine sahip bulunmadığını, “milli içkinin” ne olduğunu saptamanın kendi işi olmadığını bağırıp çağırmadan söyleyebilir.
Bu yeni gençlikten, her biri bir Tayyip Erdoğan olan “dindar bir nesil” çıkartmaya uğraşmanın beyhude bir gayret olduğunu fark ettiğini sezdiren bir üslup benimseyebilir.
Tayyip Erdoğan, bugüne kadar yaptığı pek çok iyi şey, bir kum fırtınasındaki ayak izleri gibi silinip gitsin istemiyorsa, bu gençlerin hareketine zekayla, cesaretle, espriyle ayak uydurmaya çalışmak zorunda.
“Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim” ilkelliğiyle, “yol ver gelsinler, insanlığı görüsünler” diyenleri yenmesi mümkün değil, yüzde doksan oy da alsa yenilir bu kavgada.
Türkiye’de hiç beklenmedik bir anda parlayan zekanın ve mizahın karşısında bir zamanların “mazlum ve yeni” AKP’si kaba sloganları, şiddeti, tehditkar nutuklarıyla Vizigotlar gibi kaldı.
Bu haliyle “alay konusu” oluyor.
Şiddeti korkutmuyor, aksine “alayları” artırıyor.
Polis araçlarını “kepçelerle” kovalayan Çarşı grubu “satılık TOMA” ilanı veriyor.
Erdoğan’ın karşısında “güç” yok, zeka var, her güç gösterisi o zekanın içinde bir karikatüre dönüşüyor.
“Türk usülü başbakanlık” bitti.
Vizigotlaşmayı bırakıp yeni bir şeyler bul cancağazım, böyle gidersen elindeki “sandığı” herkesin kafasına vurmaya çalışan çizgi film kahramanına dönüşeceksin.
Siyasetin “vak vak amcası” olmak istemez hiç kimse.
Yani bence istemez…
Yoksa ister mi sayın başbakan?