Erbakan neden kalabalık bir cenazeyi keşiflerle geçecek bir hayata tercih etti?

Haberin Devamı

Dün sabah gazeteleri okurken bir taraftan da televizyonda Erbakan‘ın Fatih Camii‘nden canlı yayınlanan cenazesine bakıyordum.

Gördüğüm kalabalık beni şaşırttı.

Aslında şu iki gündür Erbakan’la ilgili öğrendiğim çok şey beni şaşırttı.

Onu hiç tanımadığımı fark ettim.

Bundan tuhaf bir üzüntü duydum.

Sonra onu anlatan bütün programları izlemeye koyuldum.

Salı akşamı Star’da Uğur Dündar‘ın bir dönem TRT‘de yaptığı İşte Hayatınız programının Erbakan‘ı ağırladığı bölümünü seyrettim.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nin gelmiş geçmiş en zeki öğrencilerindenmiş.

Motor alanında dünya çapında olabilecek projeleri varmış. İlk yerli motoru üretimini gerçekleştirmiş. Kendi geliştirdiği motor, bugün hala kullanılıyormuş.

Bir insan, mühendislik alanında... Yalana yer olmayan, küçücük bir yanlışın bütün projeyi çökertebileceği, tek gerçeğinin net doğrular olduğu bir alanda bu kadar başarılı iken... Niye yalanların söylendiği, işlerin hamaset ve kurnazlıkla yol aldığı, gerçeklerle pek fazla ilgilenilmeyen bir alan olan politikayı tercih eder?

Necmettin Erbakan motor alanında dünyada kabul görecek projeler üzerinde başarılıyken niye politika yapmak istedi acaba? Erbakan’ın parlak kariyerine tercih ettiği politika, bizde halktan kopuk bir garip oyundur.

Politikacıların çoğu Meclis’e girdikten sonra kendi çıkarlarıyla uğraşırlar.

Seçmenlerine verdikleri sözlerle pek ilgilenmezler.

Çoğunun politikaya atılmadan önceki yaşamlarında büyük başarılar yoktur.

Kendi mesleklerinde öne geçebilmiş değillerdir.

Politikanın kendilerine para ve itibar getireceğini ümit ederler.

Erbakan neden acaba yalanları bol bir dalı, gerçeklerin egemen olduğu bir mesleğe tercih etti?

Neden motor alanında dünyanın saygısını kazanabilecekken Türkiye’de politika yaparak asıl mesleğinden uzaklaştı?

İtildi, küçümsendi, iktidarı elinden alındı, askere boğun eğen adam olarak bilindi...

Buna değen neydi acaba?

İnancı mı?

Müslümanlığın siyaset alanında görülmesi gerektiğini düşünmesi mi? Dini, siyasi bir faktör haline getirme çabası mı?

Erbakan Hoca bu kadar koyu bir Müslüman olmasaydı hem Türk siyaseti hem dünya motor alanı daha farklı olabilir miydi?

Siyaseti değil de bilim hayatının merkezine koysaydı, mühendislik alanındaki müthiş başarılarıyla Türkiye’ye acaba daha yararlı olur muydu?

Bunların cevabını belki de hiç öğrenemeyeceğiz.

Ama cenaze törenini izlerken birden başka bir soruyla karşılaştım.

Erbakan, dünyaya yepyeni bir motor armağan eden bir bilim adamı olsaydı, cenazesine böyle milyonlarca insan katılır mıydı?

İnsanlar, başarılı bir bilim adamına, bir siyasetçiye gösterdikleri bu sevgiyi ve saygıyı gösterirler miydi?

Belki yanılıyorum ama sanırım Erbakan gibi parlak bir bilim adamının siyaseti tercih etmesinin altında, bu sorunun üzücü cevabı yatıyor.

***


Bu da Mandela’nın hayatı

Nelson Mandela‘nın “Kendimle Konuşmalar” adını verdiği, Obama‘nın önsözünü yazdığı, kendi özel arşivinden derlenen kitabı okuyorum.

İçinde özel notları, mektupları, günlüğü, konuşmaları pek çok şey var.

30 yıla yakın hapishanede tutulan bir özgürlük yanlısının kendi özel arşivi...

Merakla ve heyacanla aldım kitabı.

Yıllar boyunca tuttuğu notlardan derlenmiş bu kitap. Özelliği şu, bu notlar kitlelerin ihtiyaçları ve beklentileri için yazılmamış. Tamamen Mandela’nın kendi sesi...

Başkalarına yazdığı mektupların bile bir kopyasını kendi için tutarmış. Yanından tek ayırmadığı şey bir not defteri, bir kalemmiş. Takıntılı bir arşivciymiş Mandela. Kitap ikinci eşi,kızlarının annesi Winnie Mandela‘ya 1975 yılında yazdığı bir mektupla başlıyor.

“... hücre kendinizi tanımak, zihinsel ve duygusal süreçlerinizi gerçekçi ve düzenli bir şekilde gözden geçirmek için ideal bir yer. Ciddi bir iç gözlem yapmadan, kendini tanımadan, zayıf yanları ve hataları görmeden gelişme sağlamak mümkün değildir. Hücre başka hiçbir şey vermese bile hayatınızın tüm seyrini her gün gözden geçirmek, içinizdeki kötüyü alt edip iyiyi geliştirme fırsatı verir. Her gün uyumadan 15 dakika meditasyon yapın. Başlarda, yaşamınızdaki olumsuz yanları saptamakta zorluk çekebilirsiniz ama onuncu denemede zengin ödüller kazanabilirsiniz. Unutmayın, azizler yılmadan çabalayan günahkarlardır.”

Winnie Mandela da o sırada Kroonstad Hapishanesi‘nde...

27 yıllık hapishane hayatıyla ayrılan bu karı-kocanın mektupları gerçekten ilgi çekici.

Mandela, “olağanüstü güzel” dediği Winnie‘yle evlendiğinde bir önceki evliliğinden dört çocuğu olan, hayatı göz önünde, ırk ayrımına karşı mücadelenin en tanınmış ismiymiş.

Ama kitap sadece bu değil...

Çok fazla ilgi çekici parça var.

Anılar, mektuplar derlenirken bir de onlarla beraber, paralel akan bir söyleşi var.

Richard Stengel’in Mandela röportajı... Pek çok soruyu sevdim. Çok iyi bir söyleşi...

Ama şu soru “Mandela’nın en büyük sorunu, insanların iyi yanını görme arzusudur. Buna nasıl cevap verirsiniz?”

Ve kitap otobiyografisinin yayınlanmamış son sözüyle bitiyor:

“Hapishanede en çok en kafamı kurcalayan konulardan biri, dış dünyaya elimde olmadan verdiğim imajdır. Aziz imajı... Ben hiçbir zaman aziz olmadım, doğruyu bulmak için çabalayan günahkar şekliyle bile.”

Mandela bugün 93 yaşında...

Özgürlüğüne kavuşalı 20 sene olmuş.

Ömrünün 27 yılını hapishanede geçirmiş.

Annesi ve büyük oğlu, o hapishanedeyken ölmüş, cenazelere katılmasına izin vermemişler. Acılara, zulme, her türlü kötülüğe direnmiş, dayanmış. Başkalarının hayatlarını merak ediyorsanız...

Nelson Mandela bir hayattan da fazla...

***


Tansu Çiller kara kutu mu?

28 Şubat denince...

Benim aklıma pek çok şey gelir ama en aklıma takılanı, Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller’in söylediği oldu:

“28 Şubat aslında Tansu’ya yapıldı.”

Onunla röportaj yaptığımda tam bir sene önce, Özer Bey’e somuştum:

“Niye göz önünde değil Tansu Çiller.. Üzerine gelirler diye mi çekiniyor? Tansu Hanım’a bir dönemin karakutusu diyebilir miyiz?”

Özer Çiller de, “Hayır, bir korkusu yok. Ama insan duvardan düşünce, bir daha çıkmıyor. 28 Şubat hep Erbakan’a yapıldı gibi söylenir, aslında 28 Şubat Tansu’ya yapıldı, Erbakan’a değil. Tansu’yu Erbakan’la koalisyon yaptı diye hiç affetmediler. Suçladılar. Askerlere söylemiş oysa ki, ‘Bunu yaparsanız bunlar tek başlarına gelecek, göreceksiniz. Yapmayın bunu’ demiş. Dinlemediler. Kalbi kırıldı orada tabii. Orduya büyük katkıda bulundu. 3 milyar dolar vardı Merkez Bankası’nda, şimdi 160 milyar dolar var. Siyaset “Dog it Dog”dur burada. Çok güçlü olmak lazım. Tabii ki hataları vardı, kimin yok ki...” demişti.

Tansu Çiller bugüne kadar hiç konuşmadı...

28 Şubat’ın, eski birçok gerçeğin, gerçekten tarihe gömüldüğü şu günlerde ben Tansu Çiller’le hala röportaj yapmak istiyorum.

Olur mu dersiniz!

***


İKİZLERİN SIRRI

Ben tüm eleştirilere rağmen Oscar Töreni seyretmeyi sevenlerdenim.

Evet artık çok sönük, evet artık çok sıradan, evet artık çok yaratıcılıktan yoksun bir tören ama...

Ben yine de seyretmeyi çok seviyorum.

Oscar’dan şikayet edenleri, Oscar törenlerinden daha kadar sıkıcı buluyorum hatta...

Bu seneki Oscar’da beni çok etkileyen... Şaşırtan...

“Social Network” fiminde, Marc Zuckenberg‘e “Bizim fikrimizi çaldın” diye dava açan ikizleri tek bir oyuncunun oynadığını öğrenmem oldu.

Onlar ikiz değilmiş. İki karakteri tek bir oyuncu oynamış.

Bunu yeni öğrenmeme çok şaşırdım.

Siz biliyor muydunnuz?

DİĞER YENİ YAZILAR