Emredersin Başbakanım!

Haberin Devamı

Dün Radikal’de Yıldırım Türker‘in yazısını okuyunca gülümsedim.

Fotoğraf, geçtiğimiz hafta Milliyet gazetesinde çıktığında çok şaşırmış, çevremdeki herkese “Başbakan ve danışmanlarının fotoğrafı çok matrak, kaçırmayın” demiştim.

Kolay unutulmayacak bir kare...

İnsanı gerçekten çok şaşırtan bir fotoğraf bu.

Başbakan’ın danışmanları olduğu söylenen beş kişi ama fotoğrafa bakınca buna inanmakta zorlanıyorsunuz, el pençe Başbakan’ın karşısında duruyor.

Yıldırım Türker soruyor:

“İnsan karşısında el pençe duran birine ne danışabilir?”

İnsan bu soruyu sormadan edemiyor gerçekten...

O danışmanları incitmek değil derdim ama bir insan neden o denli çekingen, ürkek ve ‘danışılması zor’ bir danışman olur?

Burada mesele Başbakan mı, o danışmanlar mı yoksa her ikisi birden mi, bilemiyorum.

Ama fotoğrafa baktıkça çok ciddi bir derdimiz olduğunu anlıyorum.

“Tapınma” alışkanlığı var burada, bir lider bulup, onu kutsallaştırıp, ona biat etme alışkanlığı bu... Hep etrafında dönecek bir ateş arayan pervaneler gibi, hep etrafında dönecek bir lider arama alışkanlığı.

Yıllar önce “Emret Bakanım” diye bir dizi yayınlanırdı. Hatırlar mısınız?

Bir bakan, müsteşarı ve genç bir kalem müdürü arasında geçen olayları anlatırdı.

Bir İngiliz dizisiydi.

Bu fotoğraf bana o diziyi hatırlattı.Şık giyimli, ciddi duruşlu bir müsteşar, saygılı gözükmeye gayret ederek, gözlerinde hergelece pırıltılarla odaya girer ve bir şeyler söylerdi ve hep aynı cümleyle başlardı konuşmaya:

“Sayın bakanım...”

Uzun uzun anlatır, karşısında duran bakanı ikna etmeye çalışırdı.

‘Milletin çıkarı’ için neler yapılması gerektiğini anlatırdı.

Müsteşarın karşısındaki şaşkın bakışlı bakan da ürkek bir sesle sorardı:

“Seçmenler buna ne der?”

Sonra da eklerdi:

“Başbakan bunu nasıl karşılar?”

Dizi genel olarak politikacıların da, bürokratların da nasıl ‘değişken’ olduklarını çok matrak bir dille anlatırdı.

Bakan ve müsteşar arasındaki çekişmeyi kahkahalarla izlerdiniz.

Müsteşar, bakanı her zaman kontrolü altında tutmak ister, zaman zaman yalan söyler, olayları çarpıtarak anlatır, bakanı korkutur, hatta şantaj yapardı.

Ve hep kendi istekleri gerçekleşsin diye uğraşırdı.

Bakan ise kendi politik çıkarlarını göz önünde bulundurur, müsteşarın aklına tam güvenmezdi.

Sık sık bu iki adam çatışmaya girerdi.

İkisi de birbirlerinin zıddı görüşleri savunur, sonra da durumda bir değişiklik olur bakanla müsteşar karşılıklı olarak görüşlerini değiştirir, birbirlerinin daha önceki görüşlerine sahip çıkarak yine birbirlerine karşı olurlardı.

Dizi ne bakanın ne de müsteşarın çok sağlam ilkeleri olduğunu vurgulardı.

Bu diziyi kahkahalarla seyreder, sonra da hep aynı şeyi söylerdik:

“İngiltere bakanlarıyla müsteşarlarıyla dalga geçen bir dizi yapabiliyor, kimse de kalkıp ‘siz bu adamlarla nasıl dalga geçersiniz politikacılar da bürokratlar da böyle şeyler yapmaz’ demez.”

Bizim ülkemizde böyle bir dizi yapmak hayaldi.

Sanırım hala hayal...

Bizim televizyonlarımızda politikacılarla, bürokratlarla, polislerle, valilerle askerlerle dalga geçilmez.

Çünkü bizim ülkemizdeki yöneticiler İngiltere’deki meslektaşlarından ‘daha vatansever ve daha dürüst’tür.

‘Dürüst ve vatansever’ olmayanlar vatandaşlardır.

Onun için yalnızca bizimle dalga geçilir bizim ülkemizde...

Anadolu Ajansı muhabiri Kayhan Özer’in çektiği o fotoğrafa bakınca, sadece bu kareye bakarak bile harika bir “danışmanlar” dizisi çekilir, diye düşündüm.

Başbakan soruyor:

- Sizce bu durumda ne yapalım arkadaşlar?

- Siz ne isterseniz onu yapalım başbakanım.

- En iyi tercih ne olur arkadaşlar?

- Siz neyi tercih ederseniz en iyi tercih o olur başbakanım.

- Aferin arkadaşlar, siz çok akıllı ve uzak görüşlüsünüz.

Doğrusu ya Başbakan’ın beni bu kadar çok güldürüp eğlendiren başka bir fotoğrafını hatırlamıyorum.

- Söyle danışman benden güzeli var mı?

- En güzeli sensin başbakanım.

***


Galiba bu sefer de Cihan Ünal haklı...

Ne zor meseledir, birbirleri hakkında tuhaf şeyler anlatan iki kişiden hangisinin doğru söylediğini anlayabilmek...

Anlayamayız da büyük bir ihtimalle.

Ancak belki biraz sezebiliriz.

Cihan Ünal-Hande Ataizi meselesi sanırım üç haftadır sürüyor.

Önce Hande Ataizi konuştu, şimdi de Cihan Ünal...

Bir erkekle bir kadının birbirine sahnede olabileceği en fazla, hatta en fazladan bile fazla bir yakınlıkta oyun oynayan bu iki sanatçı arasında aslında ne olduğunu hiç birbirimiz tam olarak bilemeyiz.

Oyunla gerçeğin bir oyuncu için sahnede ne zaman birleşip ne zaman ayrıldığını kestiremeyiz.

O yüzden de Hande Ataizi’nin açıklamalarını okuduğumda Hande Ataizi’ni, dün de Cihan Ünal’ı okuyunca bu sefer de Cihan Ünal’ı haklı buldum.

Sanırım yargılamadan ya da onları daha önceden tanıyorsanız, geçmiş bilgilerinize bakmadan karar vermeye çalıştığınızda hangisini dinleseniz o haklı geliyor.

Belki siz de benim hissettiğim gibi hissediyorsunuz.

Kimin haklı olduğu bile önemli değil artık...

Keşke bu kadar tuhaflık hiç olmasaydı.

Ve artık izin verseler de hep beraber unutsak bu konuyu.

***


Okan Bayülgen işte!

İnsan göründüğü kadar zeki olmadığında aynı hafta iki kere iyi birşey yapamıyor işte...

Pazartesi akşamı cebinden mektup çıkarıp okuyan,o mektupla ben dahil pek çok kişiye ‘Okan Bayülgen’e bak ne olgun,ne hoş bir konuşma yaptı’ dedirten Okan, haftasonu geldiğinde, kim olduğunu bilmediğimiz bir oğlanın bir kanalda insanı güldürecek bir oyunculukla

Taraf Gazetesi’ni yırtığı kareyi yayınlayıp, seyircilerine de alkışlatmış...

Okan’ın inandığı şey Taraf Gazetesi’nin yırtılması olabilir...

Ama çocuk yetiştiren, bir kadınla aynı evde yaşayan bir adamın, fikirlerimizi açıklamanın bir adabı olmasına inanmaması çok acıklı geldi bana...

Ayıbı bilmek ‘özgürlük‘lerden iyidir bence...

Ama anlayana tabii...

***


Haydi Amy Şarapevi’ne!

Bu akşam İstanbul Maçka Küçükçiftlik Parkı‘nda Amy Winehouse konseri var.

2000’li yılların en iyi sesi denilen Amy Winehouse için, arkadaşım “Bu konsere gidelim çok uzun yaşamaz bu kız, görelim” dediğinde ‘ne acımasız bir bakış açısı’ diyerek onunla dalga geçmiştim.

1983 doğumlu şarkıcı uyuşturucu ve alkol bağımlısı...

Aslında arkadaşımın dediği şey doğru, Amy hızla ölmeye çalışan biri gibi yaşıyor hayatını.

Bunu çok uzun süre yapamayacağı kesin.

Sanırım Amy Winehouse muhteşemliğinden kalan ne varsa bu akşam gidip görmekte, dinlemekte fayda var.

Ben o çok sevdiğim sesi bu akşam dinlemekten çok mutlu olacağım.

Umarım o da sahnede olmaktan, hatta hayatta olmaktan mutluluk duyuyordur.

Aksi takdirde bizi kocaman bir hayal kırıklığı bekliyor demektir.

Umarım seyirci kazanır.

NOT: Amy Winehouse İstanbul konserini dün akşam saatlerinde iptal etti.

DİĞER YENİ YAZILAR