Aşkın sırası olmadığını söyleyebileceğiniz bir zaman parçası olabilir mi? Böyle bir zaman var mıdır?
Böyle bir zaman parçası varsa bile gerçekten, kendinizden ve toplumunuzdan şüphe duymaz mısınız bunun için?
Herkesin toplumun sorunlarıyla ilgilendiği bir zamanda ben aşkı ve insanların duygularını yazacağım diye ısrar edemiyorsanız bunun tuhaf olduğundan kuşkulanmaz mısınız gerçekten?
Ben kuşkulanırım…
Kuşkulanıyorum da.
Bugünlerde her yazıya aşktan, duygulardan söz edeceğim diye oturuyorum ve bunu beceremiyorum.
Ve kendimden de, yaşadığım toplumdan da gerçekten de büyük kuşku duyuyorum.
Belki de aşk yazılamayacak kadar karışık bir ülkede, duygusal ihtiyaçlar kısır kaldığı için anlaşamıyoruz diye düşünüyorum.
Duyguların önemsiz olduğunu düşünecek kadar ciddi dertlerle uğraşan toplumlar belki de duygusal dünyaları fakirleştikçe ciddi dertlere gömülüyorlar…
Olamaz mı?
Belki de hırsızlık, gaddarlık, cinayet, yalan hep duygusal dünyaların küçümsendiği toplumlarda oluyor aslında.
Neden olmasın?
Bireylerin yapısını toplumlarının birikimi ve derinliği de belirlemez mi?
Bireyler sığlaştıkça toplumlar sığlaşıyor, toplumlar kısırlaştıkça bireyler gaddarlaşıyor…
Yalan, yolsuzluk, cinayet, zulüm hep duygulardan uzaklaştıkça ortaya çıkıyor.
Aşkı küçümseyen bir toplum insan haklarını da küçümsüyor…
Toplum karıştıkça, hayat acılarla doldukça aşk yazmaya utanan yazarlar, gerçekleri de yazmaya çekiniyor…
Hukuk sistemi giderek komediye dönen bir ülkede hayat da trajediye dönüyor…
İnsanlar eziliyor, horlanıyor, acı içinde yaşamak zorunda kalıyorlar, bazen de yok ediliyorlar.
Gerçek suçlulara dokunulamayacağına duyulan inanç insanları korkaklaştırıyor.
Korkan insanlar birbirini sevemiyor…
Sevemeyen insanlar korktukça vahşileşip birbirlerine düşmanlaşıyor.
Bana, duygularla toplumları belirleyen belalar birbirine bağlı gibi geliyor.
Geçen sabah fark ettim balkonda boş bıraktığım, toprağına bir şey ekmediğim saksılarda papatyalar açmış.
Bomboş o topraktan o papatyalar nasıl çıktı onu anlamadım…
Toprağın o kıraç görüntünün altında saklı olan zenginliğe, berekete hayran kaldım…
Biraz uzun süren güneşli ve ılık bir dönem yetmiş o zenginliğin papatyalara dönüşmesine anlaşılan.
Duygusal açıdan çok çorak göründüğümüz bir zaman parçasından geçiyoruz biz de, ortak dertler duygularımızı bastırıyor, aşktan konuşamaz oluyoruz.
Gene de o duygular orada, derinde, papatyaların gizli tohumları gibi açmayı bekliyor…
Onları yeniden canlandıracak güneşimiz soldu epeydir.
Toplum keskin bir düşmanlık fırtınası yaşıyor, toprağımız katılaşıp çoraklaştı.
Ama o duygular kayboldu diye korkmayın.
Bu diyara da bir gün bahar gelir, gün olur bizim çiçeklerimiz de açılır.
Ayazı, soğuğu, delirmeyi, soygunu, düşmanlığı tek gerçek sanmayın.
Tohumlar orada duruyor, bir gün çiçeğe döndüklerinde şaşırmayın…