Haberin Devamı
Ben meraklıyımdır…
Hatta çok meraklıyımdır…
İnsanlara, öykülerine, farklı hayatlara, hayatın ve ölümün anlamına, daha çok nasıl mutlu oluruza, bize sunulana ne katabileceğimize, tüm sorulara, tüm cevaplara, benden önce yaşayanlara, benden sonra olacaklara.
Sık sık kafamda sorular dolaşır, ben de onların peşinden dünyayı dolaşırım.
Bugünlerde de şu var aklımda, epigenetik…
Ona rastladığım günden beri onu düşünüyorum.
Epigenetik, “DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalı.”
Öyle yazıyor internette…
Irsi olup genetik olmayan yani…
Çekici değil mi?
Genlerimizle bize geçmeyen ama atalarımızdan gelen, bizi biz yapan özellikler…
İnternette dolaşırken psikoterapist Mehmet Zararsızoğlu’nun sitesinde bununla ilgili bir makaleye rastladım.
Diyor ki ‘Epigenetik, bugünkü bilimsel bilgilerin tersine 30.000 değil, 22.000 civarında olduğunu ispat ettiği genlerimizin değişebileceğini bilimsel verilerle kanıtlıyor.
Genlerin en kuvvetli bir şekilde özellikle hücrelerin çok genç olduğu üç dönemde kuvvetle değişebileceğini ispat ediyor. Birinci dönem anne karnında fetüs süreci, ikinci dönem doğum sonrası ilk üç yaş ve üçüncü dönem ise ergenlik.
Epigenetik uzmanları genlerimizin çok hareketli ve uyumlu olduğu ve çevre ile sürekli bir iletişim içinde olduklarını söylüyor. Gelinen nokta, genler ile spesifik hastalıklar arasında sıkça bir bağlantı olmadığı, aksine beyindeki epigenetik şebekede bir bozukluğun hastalıkları oluşturduğu yönündedir.
Epigenetik özellikle insan ilişkilerinin ve bu ilişkilerin nasıl sürdürüldüğünün, bunlara bağlı oluşan duygu ve davranış hallerinin genlerimizi değiştirdiği yönündedir.
İşte bu durumun devrim niteliğinde bir bilgi olduğuna asla kuşku duymuyorum.’
Bunu okuyunca Mehmet Zararsızoğlu’nun sitesinde gezinmeye başladım.
Hangi başlığı tıklayıp okumaya başlasam bir başka dünyaya daldım.
Ve sonunda geçtiğimiz hafta sonu Mehmet Zararsızoğlu’nun Aile Dizimi denen semineri olduğunu gördüm ve hiç tereddütsüz telefon edip katılmak için kaydoldum.
Aile dizimi, ruhsal sorunların da genetik olarak kuşaktan kuşağa geçtiğini söyleyen bir kuram…
Alman psikoterapist Bert Hellinger’in bulduğu bu anlayışın öncülüğünü burada Mehmet Zararsızoğlu yapıyor… Ve binlerce insanı bununla iyileştiriyor.
Hiç tanımadığınız bir aile büyüğünün travması yüz yıl sonra bile sizin hayatınızda ortaya çıkabiliyor…
Hastalığınızın nedeni olabiliyor…
Epigenetiğin de söylediği gibi, hastalığı yapan genler değil, o genleri etkileyen duygular.
Anneler Günü’ne denk gelen iki günlük seminerin konusu ilişkilerdi.
Zararsızoğlu yaptığı dizimlerle neden hepimizin ilişkilerinde tıkanıklıklar, tekrarlanan sorunlar olduğunu anlattı.
Ve hayatın en önemli ‘sorununun’ anne olduğunu gösterdi.
Kızımı, kendimi, annemi, annemin de annesini ve hatta annemin annesinin annesini anlamam için harika bir Anneler Günü hediyesi oldu Mehmet Zararsızoğlu’nun aile dizimine katılmak.
Annesini olduğu gibi kabul edemeyen hiç kimse sağlıklı bir kadın-erkek ilişkisi kuramıyor.
Hatta annenin reddi migrene yol açıyor.
Babanın reddi alkolizm yapıyor.
Anne babaya saygı eksikliği kanser nedeni oluyor.
Genetikle duyguların ilişkisini merak edip okumaya devam edeceğim.
O iki günlük seminerde gördüklerim, merakın iyi bir şey olduğunu bir kez daha gösterdi bana…
Dedenizin dedesinin yaşadığı bir travma sizin hastalığınızın, ilişkilerde başarısızlığınızın, depresyon ya da huzursuzluğunuzun kaynağı olabilir.
Bir ailenin hatta bir sülalenin kuşaktan kuşağa aktarılan duygularını, o duyguların her kuşakta hem biçim değiştirip hem değişmesini izlemek, bu duygu akışının insanların ruh halini belirleyebileceği ihtimalini öğrenmek çok eğlenceli.
İnsanın kendisiyle, annesiyle, kızıyla ilişkilerini bu açıdan gözden geçirmesi de çok olumlu sonuçlar verebilecek gözlemlere yol açıyor.
Ama tabii en muhteşem tarafı, “Sen niye böylesin?” dediklerinde, “Valla anneannemin annesinin duyduğu suçluluk duygusuymuş” deme imkanına kavuşmak.