Direnmeye çalışıyorum…
Balyoz davası kararlarının, terk edilmiş kovboy kasabasının ortasından geçen atlılar gibi yarattığı toz bulutu yere inmeden yazmak istemiyorum.
Okumak, izlemek, davayı başından beri takip eden insanlar ne diyor diye bakmak, beklemek, daha doğru, daha sakin, daha akıllıca geliyor.
Ama direnemiyorsun işte…
Sorular kafana takılıp, dönüp duruyor…
Kocaman gürültüler yaratıyorlar ruhunda…
Dayanamıyorsun… Yazıp kurtulmak istiyorsun o seslerden.
Mesela şu soruyu aklımdan pek uzaklaştıramıyorum ben;
2007 yılından, tüm Ergenekon, Balyoz, Kafes gibi devletin içindeki pek çok suç ortaya çıkmaya başladığından beri yani, suikastlar, faili meçhuller birden bitmedi mi?
Bu, benim kafamdaki en gürültücü sorulardan biri.
En çok sesi çıkan…
Israrla cevap isteyen…
Duyduklarıyla yatışmayan, yetinmeyen…
Kuşkucu… Ne dersem diyeyim, “bu cevap bana yeterli gelmiyor” diyen bir soru.
Seminer planlarına baktıkça, bu ülkenin yıllardır süregelen yönetim biçimi akla geldikçe bu soru ısrarla dolanıyor kafamda.
Balyoz hakikatı, hepimizin bildiği pek çok başka hakikatın bir parçası…
Hepimiz biliyoruz ki “Balyoz yoktur diyen” yalan söylüyor.
Ama…
Evet, işin bir de “ama”sı var .
Türkiye’de yargı sistemi sorunlu.
Hepimiz için sorunlu.
Kimin başı derde girse, hukuki sürecin eksiklikleri, aldırmazlıkları, yanlışları, haksızlıkları yüzünden canı yanıyor bu ülkede.
Acil çözülmesi gereken en önemli sorun hukuk.
Ama sorunu, hukuki haksızlıklar sadece bir kesime yapılıyormuş gibi koyarsanız ortaya, bu sistemin mağduru onca kişinin de hakkını yemiş olursunuz.
Bu hukuki çarpıklıkları, başka çarpıklıkları saklamak için kullanırsanız, hukukun eksikliğinden yararlanıp “darbe planlarının aslında olmadığı” türünden yalanlara saparsanız, darbecileri kurtaramaz ama bu darbe davasında başı derde giren “masumların” kurtuluşunu da zorlaştırırsınız.
Siz “Balyoz yok” dedikçe Balyoz davasından haksızca tutuklanmış insanlar seslerini duyurmakta zorlanır.
“Balyoz yok” yalanı, tartışmanın sadece “darbe planınına” odaklanmasına yol açar ve o darbe planı da belgelerle, ses kayıtlarıyla kanıtlanır.
Olan da bu darbe girişimiyle alakası olmadığı halde ceza alanlara olur.
Darbe planı var ama darbe planının yargılanmasında adil olmayan işler de var.
Dürüst insanların görevi o “adil olmayan” kararları ortaya çıkarmak.
Güllü Salkaya’yı duydunuz, değil mi?
O dönem Hava Harp Okulu’nda öğrenci işlerinde çalışan sivil memure…
16 yıl hapis cezası aldı.
Onun da kullandığı ama herkesin kullanımına açık şifresiz bilgisayarından belgeler çıktığı için.
“Darbe lideri olduğu” söylenen general için 20 yıl, sivil memure için 16 yıl.
Bu adalet mi?
Bunun adalet olduğuna inanmak mümkün mü?
Sivil bir memurenin bir darbe girişiminde “16 yıl hapsi” hak edecek nasıl bir rolü olabilir?
Güllü Salkaya’nın aldığı haksız ceza “Balyoz darbesinin” olmadığını göstermiyor ama Balyoz darbesinin varlığı da Sarıkaya’nın aldığı cezayı haklı göstermeye yetmiyor.
“Balyoz yoktur” demek bir haksızlık ama “Balyoz davasının bütün kararları adalete uygundur” demek de bir haksızlık.
İki haksızlıktan birini seçenler olabilir ama biz ikisinden birini seçmek zorunda değiliz.
Dürüst olmayı da seçebiliriz.
Balyoz var.
Balyoz’da haksız ceza alanlar da var.
Hukuk sistemi çökmüş olan bu ülkede benim Balyoz davasıyla ilgili gördüğüm gerçek bu.
Salkaya gibi haksızlığa uğrayanlar benim vicdanımı rahatsız ediyor, kafamda soruların uğuldamasına yol açıyor.
“Darbe yoktu” diyenler de, “bu mahkemenin bütün kararları adalete uygun” diyenler de vicdanımdaki bu uğultuyu susturmaya yetmiyor.