‘Acının usta, insanın çırak’ olduğunu söyleyen şaire hep inandım ben.
Acı usta, bizler çırağız.
Ama acı hep acı, hep usta olmasına rağmen çıraklar hep kötü çıkıyor, ustadan neredeyse hiçbir şey öğrenmiyor.
Bizler, insanlar yani bir türlü acılardan bir bilgelik, bir ustalık çıkaramıyoruz.
Ne tuhaf değil mi, acılarla bile yontulamıyoruz.
O yüzden mi acaba başkalarının acılarına, başkalarının fikirlerine, başkalarının mutluluklarına tepkiliyiz, acının çırağı olamadığımız için mi?
Neden mi böyle düşünüyorum, bu topraklardaki gelmiş geçmiş hiçbir acı yeni acılardan bizi koruyamadı da ondan…
Gençken, çocuğunu kaybetmiş askerler, politikacılar beni şaşırtırdı, nasıl olur da bu ülkede Kürt savaşının devam etmesini isterler kendi yaşadıkları acıya rağmen, bunu bir türlü anlayamazdım.
Ölümü tanıyan, ölümü bilen başkalarının çocuklarını nasıl ölüme götürür diye hayret ederdim…
Acının ustalığını görür, çırağın kötülüğüne şaşardım.
Bugün çıraklık da, aynı acemilik de devam ediyor bu ülkede…
Ezilmiş, itilmiş, hakları zapt edilmiş bir partiiktidar olduğu anda kendine yapılmışı daha da fazlasıyla başkasına yapabiliyor.
Yaşadığı acılar, başkalarının acılarını dindirmeye yetmiyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi’nin 52. Kuruluş yıldönümü töreninde yaptığı konuşmayı izledim.
Hükümet, bu konuşmadaki demokrasi, hukuk, eşitlik çağrılarını‘azarlanmak’ olarak algıladı ve ‘bu tavır kabul edilemez’ dedi.
Söylenenlerin içeriğiyle, Anayasa Mahkemesi Başkanı’ndan gelen hukukla ilgili çok ciddi uyarılarla ilgili hiç bir şey söylememeleri, ‘üsluba’ takılmaları tuhaf gözüktü bana.
Anayasa Mahkemesi’nin ‘hukuk’ uyarılarını bir hükümet daha ciddiye almalı diye geçirdim aklımdan.
Neticede, bir hükümetin üyelerinin hukuksuz davrandıklarına karar verildiğinde gidip yargılanacakları yer Anayasa Mahkemesi.
O mahkemenin başkanı ‘hukuka uyun’ diyorsa durup bir düşünmek gerekir.
Ama benim daha da ilgimi çeken, Ermeni soykırımının yıldönümü olduğu hafta Haşim Kılıç’ın da konuşmasında katledilen Ermeni gazeteci Hrank Dink’in ‘ürkek güvercin’ tanımlamasını kullanması oldu.
Bana bu toplumun yaşadığı acıları düşündürdü yeniden…
Çıraklığını yapamadığımız acıları.
Hükümetin, bütününe itiraz ettiği konuşmanın içinde geçen bu küçücük cümleyle bile sarsılabilecekken, üstelik de başbakanın beklenmedik bir şekilde 1915’deki ölümleri için taziye mesajı yayınladığı hafta, o konuşmadan yeni kavgalar yaratması beni bir kez daha şaşırttı.
İnsan neye inanacağını bilemiyor.
Hangisi gerçek…
1915’e uzatılan el mi, yoksa Anayasa Mahkemesi başkanının konuşmasına bile tahammül edemeyen o baskıcı ruh mu?
Kendi kişisel hayatlarımızda içinden geçtiğimiz acıları usta kabul edebilsek yine aynı insanlar mı olurduk merak ediyorum.
Olmamız mümkün değildi sanırım, öyle değil mi?
Acıların ustalığından geçen, çırak olmanın hakkını bütünüyle veren biri en azından başkalarının acılarına saygı duymasını bilir.
Peki bunca acıya rağmen bu ülkenin siyasetçileri neden acılardan bir şey öğrenmiyor, neden hep acılarla dolu aynı yola sapıyor?
Ne kötü bir çıraklık bu böyle...
Hiç ders almamak, nasıl bir aymazlık?
Bu yüzden herhalde burada acılar hiç bitmiyor.
Acılar usta olmaya devam etse de çıraklar hep kötü çıkıyor işte…