Bütün bayram boyunca erkenden uyandım...
Ve her sabah hep aynı şeyi yaptım...
Evin içi hareketlenmeden, kimseler gelmeden, telefonlar çalmadan, pencereyi açıp kahvemle birlikte camın kenarına oturdum.
Bir gece öncenin yorgun sokaklarının, ansızın gökyüzünde parlayıveren kış güneşiyle aydınlanmasını seyrettim.
Kış başlıyor...
Diri bir serinlik var sokaklarda.
Berrak bir gökyüzü.
Sokaklarda bir yabancılık, yapraksız kalmış ağaçlarda sessiz bir heyecan var.
Kış başlıyor...
Arada sırada parlayan güneş, usulca ısıtıyor değdiği her şeyi...
Sanki sadece beni ısıtmıyor bugünlerde...
Canım hiçbir şey yapmak istemiyor...
Ne kimselerle konuşmak, ne kimseleri görmek istiyor canım...
Bir koltukta oturmak, sadece öyle durmak istiyorum...
Görmeden bakmak,
duymadan dinlemek,
ölmeden ‘ölmek’ istiyorum...
Ama bu ülkede kendini bir yokluğa bırakmak bile çok zorlaşıyor giderek...
Canının çektiği hiçbir acıyı yaşayamıyorsun...
Rahatça ‘canım sıkılıyor’ bile diyemiyorsun...
Bu kendi iç alemimize ait acılar, dertler, sıkıntılar, hüzünler, kederler, gülümsemeler, yaşadığımız toplumun büyük ve gerçek acıları yanında çok sönük kalıyor.
Kendimize, kendi hayatımıza ait bir duyguya sahip olmak bile bazen çirkin bir lüks gibi gözüküyor.
Gerçek acıların yaktığı insanlar dolaşıyor çünkü her yerde...
Utanıyorsun canım sıkılıyor demeye...
Utanıyorsun çocukluğumu özledim demeye...
Utanıyorsun kendimi kimsesiz hissediyorum demeye...
Utanıyorsun hayatın ağırlığından habersiz küçük bir kız çocuğu olmak istiyorum demeye...
Utanıyorsun güçsüzlüğünden...
İnsanların mutlu ve eşit olmadığı bir hayatta, “mutlu değilim” demeye çekiniyorsun...
Ölmesi gerekmeyen herkesin öldüğü, savaşın bitirilemediği, siyasetin ahmak dövüşü olduğu bir ülke burası...
Kış başlıyor...
Bir koltukta oturmak, sadece öyle durmak istiyorum...
Her “kış başlıyor” dediğimde Murathan Mungan’ın,
‘Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumuzun kışı başlıyor...
Kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk mevsime...
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...’ satırları aklıma geliyor demeye çekiniyorum...
Şiirlerin okunmadığı, sürekli ağıtların yakıldığı bir ülke burası...
Çocukların kolayca öldüğü, kimsenin buna aldırmadığı bir ülke burası...
Kendi küçük hayatının sınırları içinde mutlu olmanın hatta mutsuz olmanın ayıp olduğu bir ülke burası...
Burası büyük acıların ülkesi.
Savaşların, depremlerin, ölümlerin ülkesi.
Yaklaşan bir kışın huzursuzluğunu yaşamak bile haram bize, canımızın sıkılması ayıp, küçük ve solgun mutsuzluklardan söz etmek günah.
Kendimizle bile baş başa kalamıyoruz, koca bir toplumun kederi doluyor içimize.
Ama insan kendini de özlüyor bazen, kendi duygularını özlüyor.
Ve, bazen insanın canı sıkılıyor.
Büyük kederleri unutamadan, o kederlerin kıyıcığında kendi duygularına da kendi önemsiz sıkıntısına bir yer açmak istiyor.
Ve sabahları pencerenin kenarına oturup bir şiir okuyor işte.
Kış başlıyor sevgilim.
Yarın İstanbul’da yeni bir edebiyat müzesi açılıyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi ve Kütüphanesi...
Topkapı sarayı surlarındaki Alay Köşkünde olacakmış müze.
Çok sayıda ve zengin, edebiyatın farklı alanlarından pek çok eser, Osmanlı döneminden başlayarak estetik ve edebiyat konusunda pek çok başvuru kitabı, Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait kitaplar, el yazmaları, eşyalar,7 binden fazla kitap,Yahya Kemal, Orhan Kemal, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım hikmet özel bölümleri ve edebiyatçılar kahvesi olcakmış içinde...
Kulağa çok hoş geliyor doğrusu...