Dün sabah erken uyandım.
Bu aralar hep erken uyanıyorum zaten...
Sabahın o erken saatlerinde, gecenin içinden gelen o tertemiz aydınlığı, lacivert denizi, yaprakları oynaşan ağaçları, nerede olduklarını göremediğim kuşların sesini duymayı seviyorum.
Sabahın o saatleri, günün diğer anlarında pek olmayan bir iyimserliğe sahip sanki...
Sizde olmayanı tamamlamak istiyor gibi.
Sabah erken uyanıyorsanız... İnsanın, sabahın sunduğu sevince kendisinden de bir sevinç eklemek istediğini fark etmişsinizdir.
Güzel şeyler geçiyor insanın aklından...
Öyle güzel olmalı ki herşey, sabahın o ışıklarından utanmamalı insan...
Tuhaf ama gün büyüdükçe keder de büyüyor bu ülkede...
Her zaman sabahın sunduğu sevinçten geride kalıyor her şey...
Hayat çoğu zaman utandırıyor sizi sabahın sevincine karşı...
Gazeteler geldi biraz önce...
Taraf Gazetesi Ekonomi Şefi Eylem’in (Düzyol) annesi Suna Hanım’ın başına gelenleri okudum...
Çengelköy’de halk otobüsünden inerken şoförün aldırmazlığı, işine göstermediği saygıyı insanlara hiç göstermediği için, kim iniyor kim biniyor dikkat etmeden otobüsü hareket ettirdiği için, kapıda sıkışarak sürüklenen, bir kolu bir bacağı kırılan, Ümraniye Araştırma Hastanesi’ne kaldırılan Suna Hanım, iyileşmesi beklenirken birden fenalaşınca, fakat hastanede tam teşekküllü bir yoğun bakım olmadığı için başka hastaneye nakil olması gerekirken ambulans bulunamayınca, bulunan ambulans ters yola girdiği için lastikleri patlayınca, bir başka ambulansın gelmesi saatler sürünce, bu ülkede yaşadığı için göz göre göre hayatını kaybetmiş.
İnanır mısınız, Suna Hanım’ın başına gelenleri size özetledim.
Yazdıklarım, ihmallerin sadece bir kısmı...
Gün bir iki saate kadar olgunlaşıp öğle vaktine geçecek, sabahın sunduğu sevinçten eser kalmadı içimde...
Utanç, öfke, nefret, hepsini hissediyorum şimdi...
Nefrete övgü diye bir yazı yazmak istiyorum.
“Uzlaşmayın ve nefretlerinizden vazgeçmeyin” demek istiyorum.
“İnsanları göz göre göre öldüren insanlara, sisteme, devlet anlayışına duyulan nefret, çocuklara duyduğunuz sevgi kadar kutsaldır” demek istiyorum.
Her an, dehşetin insanların yüzüne doğru böyle patladığı bir toplumda, insan sevgi ve uzlaşmanın toplumu kurtarabileceğini de düşünüyor çünkü.
Ama çok açık ki, bu toplumun sevgi kadar öfkeye ve nefrete de ihtiyacı var...
Devletin devlet olmadığı bir ülkede neden nefret etmekten, neden öfkelenmekten vazgeçelim ki?
Neden korkalım nefretten?
Evet, tek başına yıkıcı ve çirkin bir duygu nefret ama sevgi de tek başına çok zavallı, acınacak ve çirkin bir hale gelebilir.
Sevgi, hoşgörü, umut, iyimserlik; ancak nefret, öfke, kızgınlık gibi duygularla birlikte bulununca bir anlam taşıyor.
Yoksa tüm bu olanları içinize sığdırabilir misiniz?
Öfke duymadan, nefret etmeden bağışlayabilir misiniz o şoförü, o hastaneyi, Suna Hanım’ı kabul etmeyen diğer hastaneleri, ambulansı, diğer gelmeyen ambulansı...
İşte öğlen oldu bile...
Söylendiğinde sabahın sevincine katılacak bir şeyler yazmak isterdim.
Kalemime, kalbime dolanan elemden başka hiçbir şey yok yazacak ama...
Bugün de utandırdı bu ülkede yaşamak hepimizi...
Eylem başın sağ olsun...
Suna Hanım nur içinde yatsın...